Networking: Keyif mi zulüm mü?
Profesyonel ağınız çeşitli olduğu kadar güçlüdür. Peki networking yapmak size neler hissettiriyor?
Paris’e taşınalı yaklaşık üç ay olmuştu. Yeni şirketimde pozisyonum gereği bir çok farklı departman ile iletişimde olmam ve onlardan bilgi almam gerekliydi. Fakat gönderdiğim e-postaların hiçbirine cevap alamıyor, görüşmem gereken kişilerden bir türlü randevu alamıyordum. Haliyle işlerim sürekli uzuyordu.
Derken yakın arkadaşım Ebru iş için Paris’e geldi ve bir akşam yemeğinde buluştuk. Yönetim danışmanlığı yapan Ebru şirketlerin içinde iletişim konusunda oldukça deneyimliydi. Bana “İşler nasıl gidiyor?” diye sorduğunda ilk cevabım “Felaket! Kimseden randevu alamıyorum.” olmuştu. Ve Ebru bana çok değerli bir profesyonel tavsiye verdi “Aslında kolay. Randevu istediğin kişileri öğle yemeğine davet et ya da gittikleri yere gitmeye başla. Bak herşey nasıl kolaylaşacak.” Bu tavsiyenin ardından sadece ulaşmaya çalıştığım kişileri değil, onların ve benim yakınımdaki iş arkadaşlarını da öğle yemeğine davet ederek, haftanın neredeyse beş günü dolu bir takvime sahip oldum. Aslında bunu yaparak kişilerin iş programına değil, keyif anlarına ortak oluyordum. Ardından olanlar inanılmazdı, almak istediğim tüm randevular çok kolaylaştı, çünkü öğle yemekleri kahve aralarına, akşam buluşmalarına uzarken ben birden iş arkadaşlarından öte, arkadaşlar edinmeye başlamıştım ve herkes bana içtenlikle yardım etmek istiyordu. Tüm bunlar olurken, içimden "Neden bir e-posta ile olamıyor ki..." diye geçirmedim değil, çünkü bazen tüm bu yoğunluk beni yorgun düşürüyordu. Ama ne kadar etkili olduğunu anlamam uzun sürmedi, en önemlisi deneyim kazandım.
Üç profesörün Harvard Business School’da yaptığı bir araştırmaya* göre özellikle kariyerinin başında olan kişilerde networking suçluluk ve yüzeysellik duygusu, hatta kirlenme hissi yaratıyor. Araştırmada katılımcılara networking ardından hangi ürünleri kullanmaya istekli oldukları sorulduğunda verilen cevaplar şaşırtıcı: sabun, diş fırçası veya duş jeli. Bu hissi yaratan da “Instrumental networking (ağ geliştirmenin araç olarak kullanılması)" kavramı.
Bu isim, kişilerin kariyerlerinde ilerlemek için yaptıkları networking aktivitelerine veriliyor. Bunun alternatifi ise “Personal (kişisel) networking”, bu tanım da arkadaşlık veya güç birliği amacıyla yapılan aktiviteler için kullanılıyor.
Araştırmalar gösteriyor ki, katılımcılara Facebook’tan ve Linkedin’den birilerine tanışma mesajı atmaları söylendiğinde, Facebook’u kullananlar kendilerini daha az kirlenmiş hissediyor çünkü Facebook daha kişisel bir platform. Burada önemli bir fark var, kariyer. Kariyerinde üst seviyelerde olanlar bu hisleri daha az yaşamakla birlikte sosyal mecralar arasında bir fark görmüyorlar. Kariyerinde başlangıç seviyesinde olan kişiler ise bu hislerle baş etmek, ve onları yönetmek zorunda. Çünkü bilinen bir gerçek var, networking kariyer için gerekli.
Ünlü Insead profesörü, yazar ve benim de hocam Herminia Ibarra**’ya göre kişileri networkingden soğutan etkenlerden biri bunu yapmakta tecrübesiz olmak, ve profesyonel ağımızı geliştirmeyi işimizin önemli bir parçası olarak görmemek. Sıklıkla yapmadığımızda, bu aktivite için harcamamız gereken zaman (ki oldukça fazla zaman gerektiriyor) boşa harcanmış zaman gibi geliyor, özellikle de tanıştığımız insanlar kısa vadede bazı sorunları çözmeye yardım etmeyecekse. Ibarra’ya göre kişiler sıklıkla kendilerine şu bahaneyi buluyor “İşlerimi bitirecek kadar bile zamanım yokken nasıl çıkıp başkalarıyla tanışabilirim?”. İşte bu mazeretler biz farketmeden networking kapılarını kapamamıza neden olabiliyor.
Peki hem profesyonel hem de kişisel gelişimimiz için çok önemli olan bu aktiviteden kendimizi bilinçsizce alıkoymaktan nasıl kurtuluruz?
Networking karşılıklı değer yaratmak içindir
Networking yapmaktan uzak duranlar genellikle karşılarındaki kişiden birşey bekliyor durumuna düştüklerini düşündükleri için çekiniyorlar. Oysa ki networking bir çıkar ilişkisinden çok bir değer yaratma ve deneyim paylaşma aktivitesi. Profesyonel hedefler nedeniyle insanlarla tanışmayı doğal bulmayan kişiler bu nedenle ağ geliştirmekten uzak durduklarında sadece kendilerini yeni deneyimler ve öğrenimlerden mahrum bırakmıyor aynı zamanda başkalarını da kendilerinden öğrenme imkanından mahrum bırakıyor. Burada kilit nokta şu: iş arama tek taraflı olmadığı gibi networking de değil. Hiç kimse, deneyimli ya da deneyimsiz, boynu bükük hissetmemeli. Tam tersi, yaratacağı değerden emin olarak tecrübe kazanmaya başlamalı.Kısacası, davet edildiğiniz o kokteyllere gidin ve kişilerle tanışıp konuşmaya başlayın. Her seferinde daha kolay olacak ve yarattığı değeri görünce suçluluk hissiniz zamanla kaybolacak.
Networking bir liderlik vasfıdır
Kendinize her “Bunu yapmayı sevmiyorum” dediğinizde liderlik kaslarınızdan birini az geliştirdiğinizi hatırlayın. Top thinkers 50 ödüllerinde 2015’te 8. sırayı alan Herminia Ibarra’ya göre kendi konfor alanında kalan ve yükseldikçe networking yapmayı reddeden liderler sadece kendilerini ve şirketlerini tehlikeye atmıyorlar aynı zamanda ekiplerini de stratejik bilgilerden mahrum bırakıyorlar. Ibarra’ya göre dışa dönük olmamak bir ekibin geleceği için büyük risk taşıyor, çünkü belirli bir sektörde ya da pazarda oluşabilecek fırsat ve tehditleri öngörmek ve hazırlanmak ancak çok farklı iletişim kanallarını açmakla mümkün. Bunu da yapması gereken liderin ta kendisi.
Tüm yazdıklarımı göz önüne aldığımızda, networking aktivitesinin en etkili ve en doğal şekilde yapılacağı ortamlar çok değerli. Bunlara bir örnek benim de içinde bulunduğum paylaşımlı ofis Kolektif House. İçerisinde yer alan farklı mesleklerden, girişim ve şirketlerden dolayı networkingi bir zulüm ya da zorunluluk olmaktan çıkarıp herkesin işinin doğal ve keyifli bir parçası haline getiren bu ortam yeni nesil çalışma fikrini temsil ediyor.
Bunun yanında, sizinle aynı ilgi alanları etrafında buluşan grupların organize ettiği etkinliklere gittiğinizde, modakariyeri.com etkinlikleri gibi, networking sadece bir keyif halini alıyor etkileri de bonusu oluyor. Bizim ilk etkinliğimiz de 9 Kasım Çarşamba günü olacak.
Unutmayın, önemli olan sadece içerisinde rahat hissettiğimiz ortamlarda değil değer yaratacak her ortamda tanışıklıklara istekli, açık ve hazır olmak. Çünkü profesyonel ağınız çeşitli olduğu kadar güçlüdür.
* "The contaminating effects of building instrumental ties: How networking can make us feel dirty." Harvard Business School Working Paper Nisan 2014. Tiziana Casciaro, Francesca Gino, Maryam Kouchaki
** Herminia Ibarra "Act like a leader, think like a leader"
El emeği göz nuru girişimcilik
Moda sektöründe bir fikir ve hayalden yola çıkarak kendi markalarını yaratan kadın girişimcilerin hikayeleri az değil, fakat neden daha da fazla olmasın?
Siyah beyaz bir fotoğrafta, hukuk fakültesinin önünde gülerek poz veren genç kızın üzerindeki beyaz yün etek-ceket takım gözüme çarptığında “Anne ne kadar güzel giyiniyormuşsun okula giderken” demekten kendimi alamadım. Annem hemen cevap verdi “Anneannen örmüştü bu takımı benim için.”
Dedemin mesleği nedeniyle şehirden şehire giderken çocuklarına her gittiği yerin havasına göre güzel kıyafetler diken anneannemin bu sevdası vefatına kadar devam etti. Onun için örgü, dikiş, sevdikleri için yarattığı kıyafetler sadece daha uygun fiyata güzel giyinmek değil, aynı zamanda giysiler aracılığıyla tutkusunu paylaşmak demekti.
Olgunlaşma enstitüsü mezunu anneannem el becerisiyle sadece kendisini ve ailesini şık giydirmekle kalmadı aynı zamanda Ankara’da Orkide adında bir mağaza açtı. Elleriyle yaptığı şapkalarını kadife kumaş, dantel ve çiçeklerle süsledi ve mağazasında bunları satarken kendi özgürlüğünü kazanmanın ve üretken olmanın muhteşem hazzını yaşadı. Bir de torunlarına bugün anlatmamız için güzel bir miras bıraktı.
Moda sektöründe bir fikir ve hayalden yola çıkarak kendi markalarını yaratan kadın girişimcilerin hikayeleri az değil, fakat neden daha da fazla olmasınlar?
Türkiye'de her dört kadından sadece biri çalışıyor fakat kadın istihdamındaki yüzde 7'lik artış, yoksulluğu yüzde 15 azaltacak güce sahip. Bu veriler Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet Araştırma ve Uygulama Merkezi KOÇ-KAM'ın direktörü Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı'nın Hürriyet gazetesine verdiği "Yoksulluk ancak kadınlarla azalır" başlıklı röportajdan alındı.
Yoksulluk ancak kadınlarla azalır
PROFESÖR Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı Türkiye'de sosyal psikolojinin kurucularından. Uluslararası psikoloji dünyasında da tanınmış bir bilim kadını. Duke, Harvard, California-Berkeley üniversitelerinde ders vermiş, 200'den fazla makalesine uluslararası atıfta bulunulmuş bir hoca. Şu an Koç Üniversitesi'nde Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin (KOÇ-KAM) başında.
Mesaj aslında oldukça net. Ailevi nedenlerden, kreş hizmeti gibi sosyal yardımların yetersizliğinden ya da fırsat eksikliğinden çalışamayan kadınlar işgücüne katılmaya karar verirlerse öncelikle kendilerine ve ailelerine, ardından da Türkiye'nin ekonomik ve sosyal gelişimine yapacakları katkı çok büyük. İş hayatına ara veren kadınların yeniden çalışmaya başlamasına destek olmak amacıyla kurulan "Yeniden biz" derneği bu alanda çok aktif çalışmalar yürütüyor.
Şimdi de moda ve tekstil sektörüne gelelim. Sektörde çalışanlar rakamlara ihtiyaç duymadan onaylayabilirler, bu sektör kadın işgücüne fırsat veren bir sektör. Bunun nedeni modanın gerektirdiği hassasiyet, görsel kabiliyet ve yaratıcılık mı yoksa tekstil sektörünün önem verdiği ince el emeği mi, yoksa modanın kadınların vazgeçemedikleri bir tutku olması mı bilemiyorum, fakat moda hem gardrobumuzun hem de iş hayatımızın bir parçası. Rakamlara gelirsek, Türkiye İstatistik Kurumu 2013 hane halkı işgücü verilerine göre Türkiye’de tekstil sektöründe çalışanların yaklaşık yüzde 43’ü kadın. Bu rakam umut veriyor.
Bir de kadın girişimciler var. Küçük ve büyük ölçekli girişimler heyecanlandırıyor. Bugün yaratıcı fikirlerini dijital araçların da yardımıyla hızlı ve masrafsız bir şekilde potansiyel müşteri kitleleri ile buluşturup kendi markalarını yaratan girişimciler var. Şeyma Selman (Thirtythree design) gibi, daha öğrencilik yıllarında instagram üzerinden kendi tasarlayıp diktiği ürünleri satmaya başlayan tasarımcılar hiç de az değil. Bazı girişimci markalar yatırımcıların ilgisini çekip destek de alabiliyorlar. Bunlara bir örnek Arya yatırım fonundan yatırım desteği alan Tukutukum markası. Tukutukum 2014 yılında Tuğba Kuzdere tarafından kuruldu.
Bir diğer ilham verici örnek "Cashmere in love" markasının geldiği nokta. Parsons mezunu olan Esra Bezek Dikencik tarafından 2007 yılında kurulan Cashmere in love bugün Bebek'teki flagship mağazası dışında Amerika, Avrupa ve Asya'da farklı noktalarda satılıyor. Kaşmiri modern kesimlerle yorumlayan marka girişimlerin nasıl sürdürülebilir ve global bir iş modeline dönüşebileceğine örnek.
Günümüzün kadın girişimcileri ile 50’li yıllarda el işi şapkalarını satmaya çalışan anneannemin devirleri farklı ama bir ortak özellikleri var: Tutkularından vazgeçmemeleri ve şartlar ne olursa olsun kendi amaçlarına odaklanmaları.
Ben de bir girişimciyim, ve modakariyeri.com'da tutkusundan vazgeçmeyen girişimciler için bir kuluçka merkezi kurdum. Dileğim başarı hikayelerinin artması, girişimlerin daha çok kadına iş hayatında fırsat sağlaması.
Siz de girişiminizi geliştirmek istiyorsanız, bilgi için tıklayın.
Yazdığınız kişiye şu an ulaşılamıyor
Günümüzde gecenin bir yarısı e-posta gönderen patronun –en geç– sabahın köründe geri dönüş beklediğine tanık oluyoruz. Aslında uzun vadede bu çarkın her oyuncusu ciddi anlamda yara alıyor. İhtiyacımız olan yaratıcı enerjiyi kendimizde saklı tutabilmek için bize ayrılan iş dışı saatleri ilham verici bir biçimde kullanmayı akıl etmek gayet tabii zor değil.
Brunello Cucinelli
Brunello Cucinelli’nin çalışma hayatına bakış açısını anlatan bir röportajını okuduğumda ne kadar ilham verici bulduğumu hatırlıyorum. Çalışanlarının zihinlerini açabilmeleri için yönetim binasının yanına kurduğu kütüphane, her gün 1.5 saat süren öğle yemeği ziyafetleri (kendisinin üretimi olan nefis zeytinyağlarıyla) ve “Herkesin dinlenmeye ihtiyacı vardır. Sizi gereğinden fazla çalıştırırsam ruhunuzu çalmış olurum.” cümleleri ile bende saygı ve hayranlık uyandırmış, en çok da çalışanlarının 5.30 itibarıyla işi işte bırakmalarını ve işle ilgili e-posta yazmamalarını istemesini etkileyici bulmuştum.
Günümüzde gecenin bir yarısı e-posta gönderen patronun –en geç– sabahın köründe geri dönüş beklediğine tanık oluyoruz. Aslında uzun vadede bu çarkın her oyuncusu (o e-postayı yollayan da, cevaplayan da) ciddi anlamda yara alıyor. İhtiyacımız olan yaratıcı enerjiyi kendimizde saklı tutabilmek için bize ayrılan iş dışı saatleri ilham verici bir biçimde kullanmayı akıl etmek gayet tabii zor değil. Zor olan bunu hayata geçirebilmek. Zira, “bir tanecik” e-posta yazmanın veya okumanın o denli zararlı olmayacağına –ya da buna mecbur olduğumuza– kendimizi fena halde inandırmışız. Bu konudaki bakış açımızı değiştirmek için ise hiçbir zaman geç değil.
Acil kavramını doğru değerlendirin.
İşiniz akşamları da takip etmeniz gereken bir şeyleri kapsıyor olabilir ancak acil kavramını doğru değerlendirin. Zira şimdilerde pekala ertesi gün de yapılabilecek bir iş için bu kelimenin kullanıldığına şahit oluyoruz. Başkalarını kandırmayın, kendinizi de kandırtmayın.
Hızlının her zaman iyi olduğu fikrini aklınızdan çıkarın.
Bir e-posta aldığınızda ona derhal cevap vermenizin sizi her daim “başarılı öğrenci” kılacağı fikrinden kendinizi kurtarın. Ertesi gün salim kafayla bilgisayarınızın başına oturup, olayı çepeçevre değerlendirip, doğru kelimeleri seçerek çok daha etkili bir cevap yazacak olabilirsiniz. Hıza yenik düşmeyin.
Şarj olmanın önemine inanın.
Nasıl ki elektronik aletlerin şarj edilmeye ihtiyacı varsa bizlerin de var. İşten uzak kalmanız gereken zamanlarda onun zihninizi meşgul etmesine izin verirseniz taze bakış açıları yaratma şansınızı yok etmiş olur, kendini sürekli tekrar eden yorgun biri haline dönüşürsünüz. Akşamlarınızı ve sabahlarınızı e-posta hakimiyetinden kurtarıp kendinize zaman ayırdığınız ilham verici saatlere dönüştürün. Uyku kalitenizin –dolayısıyla ertesi günkü enerjinizin- en büyük düşmanının bu elektronik iletişim biçimi olduğunu unutmayın.
İyi bir rol model olun.
Şayet bir ekip yönetiyorsanız, en başta kendiniz iyi bir örnek olmaya çalışın. Ekibinizin sadakatini ve çalışma gücünü iş dışı saatlerdeki performanslarıyla değil büyük fotoğraftaki üretkenlikleriyle değerlendirin. Aklınıza düşen heyecan verici bir fikri o akşam e-postayla yazmak yerine kendinize not alın ve ertesi sabah taze bir biçimde yüzyüze paylaşın.
Bir e-postayı bir defa cevaplayın.
Telefonunuzdan e-postalarınıza bakıp onun iş dışı saatlerinizi bloke etmesine izin vermeden hızlıca okuyup kenara kaldırma niyetindesiniz. Gelin görün ki, onları bir defa okumuş olmanız, cevapları aklınızda defalarca vermenize sebep olacak. Bu da sizden gereksiz yere zaman ve enerji çalacak. Bilgisayarınızın başına oturup her e-postaya tüm konsantrasyonunuzla cevap yazabileceğiniz zaman bu işi yapın ve bir defa yapın.
Bir şeyleri kaçırma korkusu veya bir felakate
sebep olma varsayımından kurtulun.
Gerçekten hayati derecede önemli bir konu varsa sizinle telefon aracılığıyla iletişime geçilebileceğini unutmayın. Eğer ekibiniz ya da patronunuz böyle düşünmüyorsa onlara bu düşünce biçiminin faydalarını anlatın ve kalp cerrahı değilseniz 7/24 ulaşılabilir olma zorunluluğunuz olmadığını hatırlayın, hatırlatın.
Her nerede iseniz orada olun.
Cumartesi gecesi arkadaşlarınızla yediğiniz keyifli yemeğe gelecek haftanın toplantı konularını dahil etmenize hiç gerek yok. Ya da zorlu müşterinizin parktaki huzurlu yürüyüşünüzü bozmasına. Kendi alanınızı doğru belirleyin ve her nerede iseniz tüm konsantrasyonunuzla orada olun.
“Hayatını kazanmak” fiilinin ne anlama geldiğini unutmayın. Onu kazanma uğrunda kaybetme hatasına düşmeyin.
Moda sektöründe en çok çalışmak istenilen 25 yabancı şirket
Coco Chanel « Moda sadece elbiselerde bulunan birşey değildir. Moda gökyüzünde ve sokaktadır; fikirlerimiz, yaşam tarzımız ve etrafımızda olup bitenlerle ilgilidir. » der.
Coco Chanel « Moda sadece elbiselerde bulunan birşey değildir. Moda gökyüzünde ve sokaktadır; fikirlerimiz, yaşam tarzımız ve etrafımızda olup bitenlerle ilgilidir. » der.
Chanel Rue Cambon 31
Bu, kendi ismini taşıyan moda evinin WWD (Women’s Wear Daily) sitesinde yapılan « Moda sektöründe çalışmayı en çok istediğiniz şirket hangisidir? » anketinde bugüne kadar en üst sırada yer almasının nedeni olabilir.
Chanel’in bu sözü, insanların bu endüstri için sahip olduğu derin bir tutkuyu yansıtıyor - bu tutku özellikle, orijinal olmanın yanı sıra kendilerinden daha büyük bir şeye ait olmayı arzulayan Y kuşağı için doğru sayılabilir.
Şubat sonu Mart ayı başında yapılan bu anket iki farklı oylama ile gerçekleştirilmiş: biri WWD’nin 2.000 den fazla cevap toplayan sosyal medya hesapları üzerinden, diğeri ise 405 cevabın toplandığı, Amerika ve Avrupa’daki ileri gelen moda ve pazarlama okullarının öğrencilerine direk olarak gönderilen anket üzerinden. Verilen cevaplar arasında 200’den fazla şirket, marka ve tasarımcı ismi var. Biz aralarından ilk 25’i sıraladık.
Ankete katılan okullar arasında, The Fashion Institute of Technology; Savannah College of Art and Design; LIM College; Pratt Institute; Fashion Institute of Design and Merchandising; University of Westminster; University of Creative Arts; University of Brighton; London College of Fashion, ve the Royal College of Art bulunmakta.
Ankette katılımcıların aralarından istediklerini seçebilecekleri bir şirketler listesi var ancak arzu edenler listeye dahil olmayan isimleri de yazabiliyor.
Twitter, Facebook ve LinkedIn gibi sosyal medya kanalları üzerinden yürütülen ankette ilk beş firma sırasıyla; Chanel, LVMH Moët Hennessy Louis Vuitton, Christian Dior SE, Alexander Wang ve Diane von Furstenberg. Altıncı sırada Marc Jacobs ve H&M tarafından izlenen Kate Spade var. Dokuzuncu ve onuncu isimler ise Burberry Group ve Prada SpA.
Buna karşılık, öğrencilerin seçtiği ilk 10’da Christian Dior SE, H&M, Burberry Group ve Prada yerlerini Calvin Klein, Salvatore Ferragamo SpA, Michael Kors Holding Ltd ve Armani’ye bırakıyor. Chanel ve LVMH öğrenciler tarafından cevaplanan ankette de ilk iki sıradaki yerlerini koruyorlar.
(Listenin tamamı için metnin sonuna ininiz)
Hem birebir röportajlarda, hem de her iki farklı anket grubunda anahtar temalar ortaya çıkmış. Örneğin, bu şirketleri neden seçtiklerini açıklayan katılımcılar son derece duygusal ve tutkulu olmanın yanı sıra oldukça derin düşünülmüş cevaplar da vermişler. Bu cevaplar aynı zamanda büyük ölçüde inanç da içeriyor.
Katılımcılar en çok arzuladıkları moda firmalarından bahsederken « rüya gibi » « ikonik » kelimelerinin yanı sıra « harika » gibi sıfatlar da kullanmış. Bu idealizm, seçim önceliğini sürdürülebilirliği olan, pozitif bir çalışma ortamı sağlayan ve çalışanlarına kariyerlerinde büyüme ve gelişme vaat eden şirketlere veren bir bakış açısı ile harmanlanmış. Katılımcılar aynı zamanda seçtikleri markaların miraslarına da saygı duymakta.
« Gabrielle Chanel benim ikonum ve onun işlerine bayılıyorum. Moda dünyasında yaptıkları - yarattıkları ile dünyayı değiştirdi ve onun yarattığı marka için çalışmak rüya gibi olur.» diyor bir katılımcı.
« Ve tabii Karl Lagerfeld’i unutmayalım; o da hayran olduğum bir kişilik, dolayısıyla çalışmak isteyebileceğim başka bir yer yok. »
« Matmazel Chanel’in zamanında kadınlar belirli kültürel normlara göre giyinmek zorundalardı ve bu devamlı tuvaletler içinde dolaşmak demekti » diye yazıyor başka bir katılımcı. « Kadın kıyafetlerine getirdiği eşsiz ve maskülen dokunuşu ile bu normları yıkmayı başardı. Chanel kadınlar için geçerli moda kurallarını yıkmaya uzun süre devam etti. Ama sonra yeniden, moda dünyasındaki kuralları yıkmanın normale dönüşü gibi, bu ikonik marka da etekler bluzlar ve blazerlar gibi modern kadının klasik parçalarına takılı kaldı. Bu, geleneğin asla eskimediğinin kanıtı… Chanelin icat ettiği ne olursa olsun asla unutulmayacak. »
« Neden » sorusuna verilen cevapların çoğu içgüdüsel. Katılımcılardan biri « Ben de onun gibi bir feministim ve adımlarını takip ediyorum » diyerek Chanel’i arzulananlar listesinin başına koyuyor.
L’Oréal markasını liste başına yerleştiren bir başkası ise bu kararını « Dünyadaki bir numaralı güzellik markası olarak, tüm dünyada kadınları güçlendirmek için çalışan global bir marka bünyesinde bulunmak çok isterim » diyerek açıklıyor. Bir diğer katılımcı ise « güçlü ve kendine güvenen kadını temsil ettiği için » Diane von Furstenberg’i seçtiğini söylemiş.
İlk on isimden biri olmasa da, bir katılımcı BCBG Max Azria’nın « şirket çalışanlarına değer verdiği için » en arzulanan marka olduğunu dile getirmiş. « Bu durum çalışanlarına ödedikleri miktardan, eğitimlerinden ve onları geliştirmeye olan arzularından belli oluyor. »
Kering’e gelince, anketi cevaplayanlardan biri şirketi; « Yakın zamanda Kering bünyesindeki markalardan birinde stajyerlik yaptım. Şirketin çok dayanıklı ve sürdürülebilir olduğunu söyleyebilirim. Oldukça pozitif bir çalışma ortamı. » diye tanımlamış.
New York’daki LIM College’da okuyan ve ankete yüz yüze cevap veren öğrencilerin çoğu da online yorumlarda görülenler ile benzer duyguları paylaşıyor. Pazarlama ve mağazacılık bölümlerinde okuyan bu son sınıf öğrencileri, sektörlerinde büyümeleri için fırsatlar sunarken, çalışanlarının kariyerlerine yatırım yapacak ve destek olacak müdürler tarafından yönetilen işbirlikçi bir çalışma ortamı da sağlayan işler aradıklarını söylemişler.
LIM’de görsel mağazacılık son sınıf öğrencisi olan Tatiana Patterson, okulun; büyük perakendecilerde ve tekstil firmalarında haftada 28 saat çalışan öğrencileri olan kooperatif programının parçası. Öğrenclerin neredeyse yarısı mezuniyetlerinden hemen sonra iş teklifleri alıyor. Patterson Lululemon Athletica’ya yerleştirilmiş ve deneyimini « buradası bir aile gibi » diyerek tanımlıyor.
Patterson WWD’ye « Bu aynı zamanda yaratıcılığımı gösterebileceğim bir fırsat. » diye açıklıyor. « Müşteriler için bu, sadece kıyafet satın almaktan öte, insanlara ilham vermekle ilgili birşey. Bir topluluk yaratıyorsunuz. »
Moda endüstrisinin aynı zamanda hem insan hem ürün topluluğu olması fikri Patterson’un sınıf arkadaşları tarafından da paylaşılıyor. Bu öğrenciler hikaye anlatmanın da ürünün tüketici ile buluşmasındaki süreçte kritik bir rol oynadığında hemfikir. Süreci, sadece tüketici için değil, dahil olan herkes için unutulmayacak deneyimler yaratmak olarak tanımlıyorlar. LIM öğrencileri her gün gitmek için can atacakları işler aradıklarını söylüyor. Sonuçta, aileleriyle geçirdiklerinden daha fazla zamanı iş yerlerinde geçiriyor olacaklar.
« İş yeriniz ve aldığınız maaş önemli, ama yaptığınız işi sevmek de istiyorsunuz » diyor Staten Island’da mağazacılık okuyan Samantha Svorinich.
En çok çalışılmak istenen 25 yabancı şirket:
Sıra Marka/Şirket Puan
1 Chanel 11.66%
2 LVMH Moët Hennessy Louis Vuitton 8.50%
3 Christian Dior SE 7.90%
4 Alexander Wang 6.90%
5 Diane von Furstenberg 6.20%
6 Kate Spade 5.60%
7 Marc Jacobs 4.90%
8 H&M 3.90%
9 Burberry Group plc 3.30%
10 Prada S.p.A 2.80%
11 Nike 2.60%
11 Hermès International Société 2.60%
12 Ralph Lauren Corp. 2.20%
13 Tory Burch 2.20%
14 Calvin Klein 2.20%
15 Kering SA 2.00%
16 Armani 1.90%
17 Urban Outfitters 1.80%
18 Donna Karan 1.70%
19 Levi Strauss & Co. 1.60%
20 L’Oreal 1.30%
21 Under Armour, Inc. 1.20%
22 Quiksilver Inc. 1.18%
23 Brunello Cucinelli 1.15%
24 Coach, Inc. 1.02%
25 Lululemon Athletica Inc. 0.96%
- Bu yazı bir tercümedir. WWD'de yayınlanan orjinali için tıklayın.
Tekstil mümessilliği: Eylül Tekstil
Her daim bir kalp çarpıntısı,her daim bir problem, binlerce insan ve hep galip gelmeye çalıştığın zamanla yarış... Ama çok renkli, kültürel olarak çok zengin ve keyifli bir meslek.
Photo by dmitryzubarev/ Getty Images
1996 yılında Demet Poyraz Şerbetçi henüz 25 yaşındayken Eylül Tekstil’i kurdu. Yirmi yıl sonra şirket İtalya’nın önemli markalarının üretimlerini takip eden yirmi kişilik bir ekip olarak her yıl artan bir başarıyla büyüyor. Eylül tekstil müşterilerinin Türkiye ofisi gibi çalışıyor ve A’dan Z’ye tüm koleksiyon ve imalatlarını yaptırıp iş akışlarını takip ediyor. Stilistler ile başlayıp kalite kontrol ile devam eden bu süreç yıllarca verilmiş emek ve iki kız kardeşin dayanışmasıyla bir başarı hikayesine dönüştü. Prada, Moncler , North Sails , Diesel , Replay , Acquascutum, Golden Lady, Henri Lloyd gibi firmalar Eylül Tekstil’in müşteri portföyüne girdi.
Deniz Poyraz Kırmanlı üniversite yıllarında part-time tercümanlık yaparken tekstil sektöründe ilk tecrübesini kazandı. Deniz 1998 yılında ablası Demet’in davetiyle kendini bu sektörde bir girişimci olarak buldu. Ben de tekstil girişimcilerine ilham olması dileğiyle Deniz’e kariyer hikayesi ve mesleği ile ilgili sorular sordum.
Moda sektöründe çalışmak istediğine ne zaman karar verdin?
Ben 16 yaşında hayal ettiği işi yapan şanslı biriyim. Ortaokuldaki en yakın arkadaşımın annesi rahmetli Ayşe Yarsuvat, Türkiye'nin ilk tekstil mümessil firmalarından birinin sahibi idi. Firması hala aynı ciddiyetle devam etmekte.
Diyebilirim ki hayatım boyunca tek gerçek rol modelim olmuştur: sevgili Ayşe Teyze. Kendisi ev içinde inanılmaz neşeli ve eğlenceli, işinde çok başarılı, sürekli seyahat edip, hep kendine has tarzı ile çok şık olan bir insandı. Çok iyi hatırlıyorum o dönemdeki hislerimi; gerçek anlamda onun gibi olmak istiyordum. Kısacası onun gibi bir anne, onun gibi bir iş kadını olmak ve birebir onun yaptığı işi yapmak istiyordum. Üniversite yıllarım boyunca part-time İtalyanca-Türkçe tercümanlık yaparken çok çeşitli sektörlerin içinde bulunma şansım oldu. Son olarak Altınyıldız'ın konfeksiyon fabrikasında Ermenegildo Zegna'dan gelen bir üst düzey danışmanın tercümanlığını yaptığım 2 sene boyunca kesinlikle bu sektörde olmak istediğime karar verdim. Yani ilk hayal ettiğim zamandan 6-7 sene sonra kararım kesinleşti.
Tam da o noktada, kızkardeşim iki sene önce kurduğu firmasına girmemi istedi. Böylelikle benden sadece üç yaş büyük olan ablam ve 18 senelik ortağım Demet Poyraz Serbetçi hayallerimi gerçekleştirip, tüm hayatımı ve yaşam şeklimi değiştirdi.
Sence moda/tekstil sektörü okuyarak mı çalışarak mı öğrenilir?
Bence bilgi en büyük güçtür. Hangi sektör olursa olsun eğitiminin alınması gerektiğini düşünmekle beraber sürekli değişkenlik gösteren bu sektörün bir okul tedrisatına sığdırılabileceğini zannetmiyorum. Tekstil için diyebilirim ki; bu iş dokunarak, okuyarak, takip ederek, gözlemleyerek , yeniliklere açık olup, dinleyerek ve çok çalışarak öğrenilir.
Mesleğini birkaç kelimeyle anlatmanı istesem?
Her daim bir kalp çarpıntısı,her daim bir problem, binlerce insan ve hep galip gelmeye çalıştığın zamanla yarış... Ama çok renkli, kültürel olarak çok zengin ve keyifli bir meslek.
Çalışmaya başladığın ilk yıllardan beri unutamadığın bir tavsiye var mı?
Çok var aslında ama sanırım en çok sevdiğim ve kulağıma küpe yaptığım "Asla oldum deme!. Ben de sıkça herkese "Hiçbir kapıyı çarparak çıkma, hayatın seni kim ile nerede yeniden karşılaştıracağını bilemezsin" diyorum.
Bu sektörü bir masal ile anlatmak istesen bu masal ne olurdu?
Düşün ki pamuğun topraktan toparlanması ile bitmiş bir mamul halini alması arasında yapılan onlarca işlem,o işlemleri yapan yüzlerce insan ve o yüzlerce insanın hatası, heyacanı, vurdum duymazlığı, özverisi, paniği...hepsi birbirinden farklı, renkli, duygusal, eğlenceli insanlar. Her an herşeyin değişebileceği, değişmeyecek tek şeyin "O koleksiyonun istenilen tarihte çıkması” gerçeği..Son olarak da bir sürü kahkaha ve bir o kadar da gözyaşı. Sanırım "Alice Harikalar Diyarında" en uygun masal olurdu.
İşinle ilgili motivasyonunu zor zamanlarda bile taze tutan nedir?
Öncelikle işimi çok seviyorum ayrıca bende ve ablam Demet’de ailemizden geldiğine inandığım çok ciddi bir sorumluluk duygusu var. Sonunda bir müşterimiz ile bir daha birlikte çalışmayacağımızı bilsek bile elimizdeki işi yapabildiğimiz en iyi şekilde yapıp öyle teslim ederiz. Bizim için birilerini veya bir işi yarı yolda bırakmak diye birşey yoktur. Hele hele pes etmek hiç yoktur. Oncai senelik koşturmadan sonra açıkçası bazı zorlukları sadece yoğun dönemlerde değil, normal zamanlarda da hissettiğim oluyor ama profesyonel ve kişisel reputasyonumuz çektiğimiz sıkıntılardan çok daha önemli. Ayrıca büyük sorumluluklarımız, bize güvenip işlerini bize teslim eden , sözlerimiz ile riske giren insanlar var.
Ekibine yeni bir takım arkadaşı aradığında en çok önem verdiğin özellikler neler?
İnsan ilişkileri kuvvetli, medeni, kesinlikle sorumluluk sahibi, yeniliklere ve öğrenmeye açık ve çok istekli olmasını isterim. Neşeli, kibar, saygılı, kendine güvenen ve benim kendisine güvendiğim insanları görmeyi seviyorum etrafımda. Birlikte çalıştığım insanlarla gülmeyi, yeri geldiğinde herşey ile dalga geçip eğlenmeyi çok seviyorum.
Deniz’e bize hikayesini anlattığı için çok teşekkür ediyorum.
Eylül Tekstil hakkında daha ayrıntılı bilgi ve kontak için:
Eylül Tekstil Ic ve Dis Tic. Ltd. Sti. - Textile Agency in Istanbul, Turkey
Tecrübeli eleman kadrosu ile tekstil acentası (mümesili) olarak örme, dokuma pantalon, gömlek, iç çamaşırı, mayo gibi çok geniş bir yelpazede servis verebilmektedir
Deniz Poyraz Kırmanlı ile:
Moda sektöründe çalışmakla ilgili beş gerçek
Moda kariyerini farklı kılan birçok faktör var. İşte bunlardan bazılarını iş hayatımdan örnekleyerek anlatmak istiyorum.
Madem bu sitenin adı "Moda Kariyeri" bu ismi biraz açmanın zamanı geldi. Moda kariyeri ismi moda sektöründe kariyer yapmak manasını taşıyor elbette, fakat bu kariyer başka bir sektörden neden farklı olsun? Birçok kişi içinden geçirebilir, kariyer kariyerdir diye, eğer genelleyerek bakarsak öyle tabii, ama moda kariyerini farklı kılan birçok faktör var. İşte bunlardan bazılarını iş hayatımdan örnekleyerek anlatmak istiyorum.
Sektörde 13 yılı geride bıraktım. Kendi tecrübelerimin dışında çok arkadaşım, yöneticim ya da gözlemlediğim sektör insanı oldu. Neler mi gözlemledim? Özetlemeye çalışacağım.
- Sektöre girene kadar canımız çıktı: Bu sektöre kolaylıkla girdiğini anlatan birini duymadım desem yeridir. Ama en enteresan hikaye arkadaşım Beatrice'ninki. Moda okumak için Polimoda'ya gittiğimde aramızdaki tek avukat oydu. Ayrıca benden beş yaş büyüktü. Baro sınavını verip okula gelmiş, bir avukatı başka türlü işe almazlar demişti. Okuldan sonra büyük çabalarla ilk işini buldu ve staja başladı, her staj hikayesi gibi bu da zorluydu ama üstüne şirket iflas etti. Bir süre daha iş bulamayan Beatrice avukatlığa geri dönmek zorunda kaldı ama içi yanıyordu. İşte moda böyle, içine sindi mi ayrılmak zordur. Ne yaptı etti, Beatrice sabırla bekledi, sonunda hamilelik iznine ayrılan birinin yerine dört aylığına işe alındı. Sonrası başarı hikayesi, dört ay bitti ama ona kal dediler. Şimdi çok önemli bir lüks markasının Avrupa üretim müdürü oldu. Tüm bu süreçte, avukat olmakla sektörde yer edinmek arasındaki gidiş gelişlerinde bocaladı ama pes etmedi. Bunun gibi çok hikaye var. Yol biraz taşlıdır ama sebat edenler için çiçekler açar…evet açar.
- Rutin sohbet ile dedikodu arasında denge kurmayı tecrübeyle öğrendik: Moda sektörünün dinamiklerinin içindedir biraz sohbet etmek, yani konuşursunuz işte. Konuşmanız gerekir çünkü özellikle ofis içinde buzları eritmek durumundasınızdır, bütün gün bilgisayar arkasında oturarak çalışmak mümkün değildir bu sektörde. Kahve içerken o defile senin, bu parti benim, o bunu giymiş, öbürü oraya gitmiş, şehirde ne olmuş olmamış, hangi markanın özel satışı varmış derken herkes birbiriyle kaynaşır. İster mağazada olun ister ofiste, ne işte çalışırsanız çalışın, konuşarak enerji depolarsınız ve güncel kalırsınız. Bol espri olmazsa sabahlara kadar nasıl çalışırsınız? Ayrıca tanımadığınız ya da ulaşmaya çalıştığınız insanlarla iletişimin yolu bazen birkaç yerinde söz ya da bir iltifattan geçer. Ayakkabısını farkeder birşey söylersiniz ve konuşma başlar. Fakat bunu dedikoduya çevirirseniz olmaz. O denge önemlidir. Neden mi? Çünkü bir adım öncesi eğlence bir adım sonrası skandal olabilir. Bu küçük bir dünya. Herkes birbirini tanıyor. Örnek, şu anda Avrupa'nın önde gelen markalarının her birinde çalışan arkadaşım var. Eski iş arkadaşlarımın hepsi iş değiştirdikçe tanıdıklarımın sayısı arttı. Moda sektöründe iş en kolay tanıdıklar vasıtasıyla bulunuyor. Düşünün bir işe başvurduğunuzda eski şirketinizden birçok kişi orada olacaktır ve referans verecek ya da vermeyecektir. Gerisini siz tahmin edin.
- Bir işten başlayıp bir diğerinde devam etmek bizim için normal oldu: Moda sektöründe çalışmak opsiyonları geniş tutmak demektir. Başladığınız yerden devam etmeyi beklemeyin. Bu müthiş birşey, ama aynı zamanda esnek ve değişime açık olmayı gerektiren bir durum. Mesela ben görsel düzenleme ile başladım sonrasında hep farklı pozisyonlarda çalıştım, mağazada müdür yardımcısı olan arkadaşım kalite kontrole, bölge direktörü olan bir iş arkadaşım mağaza müdürlüğüne, finansta çalışan bir iş arkadaşım ürün yönetimine geçti. Stilist olan bir başka arkadaşım eğitim müdürü oldu. Aslında mesaj şu, giriş kapınızı bulun gerisi değişken olabilir. Sürekli değişen bir sektörde yerinde kalmayı düşünmek zaten mümkün değildir.
- Herşey göreceli. Karar alırken cesur ve özgüvenli olmayı öğrendik: "Rei Kawakubo da demiş "Siyahın üç tonuyla çalışıyorum" diye. O üç tonu muhtemelen sadece kendisi görüyordur. Hiç unutmuyorum on saatlik bir iş gününün sonunda hala müdürümle bir çantanın küçük boyunu mu büyük boyunu mu daha çok satın alsak diye tartışıyorduk. Ben küçük, o büyük diyordu. Tartışma bitmek bilmedi, karnım acıkmıştı ve yorgundum. Ortada yatırmamız gereken yüklü bir bütçe, dokuz ay sonra mağazaya gelecek bir ürün ve benim kararıma karşı onun kararı vardı. Son sözü kim söyler? Etrafımızdakilerden farklı görüş almak için neredeyse komisyon kurduk ama yok kargaşa devam ediyordu. Sonunda müdürüm senin ürünün, senin riskin, kendin karar ver dedi. Ben de karar verdim. O karara kadar o kadar yorulmuştum ki "bu sadece bir çanta" dediğimi hatırlıyorum. İşte moda sektöründe hiçbirşey sadece bir obje değildir. Arkasında saklı kararlar, bütçeler, satın alınan hammadde, üretim masrafı, mağazaya yapılan yatırım, müşteri memnuniyeti, trendleri tutturabilme, rakipleri anlayabilme…gibi onca soru bir kararın ardında saklıdır. O noktada, cesur ve özgüvenli olmak, içgüdülerine güvenmek tek yol. (hata yaparsanız artık çözümünü de üretmeyi göze alın, aksiyon planınız elinizde olsun).
- Ay, mevsim hatta zaman kavramını unutarak yaşamaya alıştık: Alber Elbaz'ın dediği gibi yazın kışlık kıyafetler, kışın yazlık kıyafetler giyer olduk. Sezonlar arttıkça, farklar kapandıkça, tasarımcılar durmadan ürettikçe, mağazalar sürekli doldukça, yılbaşı geldiğinde kendinizi yaz tatilinde hissettiğiniz, ağustos ayında yanlışlıkla yün kazak giydiğiniz olabilir. Moda haftası döneminde uyumayı unutursunuz, fuarlarda ailenizi aramayı unutursunuz. Bazen eve uğramayı unutursunuz. Tüm bunlar güzeldir. Şikayet eder ama o adrenalin olmadan da yaşayamazsınız.
Alicia Drake'in ünlü kitabı "The beautiful fall"da yazdığı gibi
“Moda bitmek bilmeyen bir eleme sürecidir”
Elenen bir renk, bir tasarım, bir çekim, bir kişi olabilir. Hangisi olursa olsun, önemli olan değişimin merkezinde olmaya alışmak ve denemeye devam etmektir.
Aslı Özbek
Moda fotoğrafçılığı: Selin Alemdar
İtalyan Lisesi'nin ardından Roma İstituto Superiore di Fotografia'da fotoğrafçılık okuyan ve yine Roma'da moda stilistliği üzerine yüksek lisans yapan Selin Alemdar, Getty İmages entertainment fotoğrafçısı. Milano ve İstanbul arasında çalışıyor, çalışmaları sıklıkla Marie Claire, Vogue Türkiye ve Officiel dergilerinde yer alıyor.
Etro backstage NYT Selin Alemdar
İtalyan Lisesi'nin ardından Roma İstituto Superiore di Fotografia'da fotoğrafçılık okuyan ve yine Roma'da moda stilistliği üzerine yüksek lisans yapan Selin Alemdar, Getty İmages entertainment fotoğrafçısı. Milano ve İstanbul arasında çalışıyor, çalışmaları sıklıkla Marie Claire, Vogue Türkiye ve Officiel dergilerinde yer alıyor.
Fotoğraf hayatına ne zaman ve nasıl girdi?
16 yaşından beri fotoğraf çekiyorum. Ilk hedefim sinemada görüntü yönetmenliğiydi fakat daha sonra fotoğrafta karar kıldım. 20 senedir fotoğraf çekiyorum ve bundan başka birşey yapmayı da bilmiyorum.
Fotoğrafı sevme nedenim aslında sosyal yaşamımla da çok örtüşmesi. Farklı sosyal katmanlarla ve insanlarla ilişkim olmasını sağlaması, outsider olarak kalmama kılıf olması...
Peki moda fotoğrafçılığı nasıl başladı?
Aslında fotoğrafçılık maceram portre ve nü çekerek başladı. Zaman içinde bu bakış açısını modaya uyarlamaya karar verdim.
İlk işini bulman nasıl oldu?
Okuldan hocam buldu. Ben Türkiye'ye dönme hazırlıkları yaparken "Hiçbir yere gitmiyorsun. Seni Milano'ya gönderiyorum" dedi. Ve beni gerçekten Milano’ya, ünlü fotoğrafçı Giovanni Gastel'in yanına staja gönderdi.
Bu meslekte okul ne kadar önemli?
Altyapı oluşturması açısından ve çevre edinmek açısından kesinlikle önemli fakat aslında mesleğimiz duygularla ve insanları okumakla alakalı. Bunları okulda öğrenemezsiniz.
Mesleğini birkaç kelimeyle anlatmanı istesek?
Cevat Kelle gibi hissettiğim çok olmuştur. Ben aslında kendimi "outsider" gibi hissediyor ve tanımlıyorum. Bundan gurur duyuyorum. Hep dışardan bakıp, farklı ve normalde karşılaşamayabileceğim insanların resmini çekiyorum. Portreler ile hayatlarına girebiliyorum ama hiçbir zaman tam olarak içinde değilim. Bu işimin en keyifli yanı.
İşe ilk başladığın yıllardan aklında kalan bir deneyimini paylaşabilir misin?
Bir kere Milano’da önemli bir mimarı çekiyordum. Tam bir Milano’luydu ve bana biraz yukarıdan baktı. Heyecanlanmıştım ama o anda "Siz beni unutun ve kendi gününüze devam edin" demek aklıma geldi. Ne kadar orda olduğumuz bilinsin istesek de, bu tecrübede görmüştüm ki, aslında görünmez olmak benim için avantaja dönüşüyor. O günden sonra, bir çekim sırasında beni unuttuklarını farkettiğimde çok mutlu oluyorum. Bu çektiğim kişilerin kendilerini rahat hissettiklerini, ve benim o anda o ortama uyduğumu gösteriyor. Bu bence bir beceri.
Milano Fashion Week'de backstage kargaşasında bir fotoğrafçı olmak nasıl bir his?
Kaos içinde ben çok sakin hissediyorum. Kendim gibi oluyorum ve daha iyi fotoğraf çekiyorum. Moda dünyasının gözlerinin üzerinde olduğu 4 moda haftasından biri olan Milano moda haftasında 4 senedir backstage çekiyorum. Aslında dışardan görünen vitrin kısmından çok backstage ile ilgileniyorum çünkü benim için aynı zamanda röportaj ve portre çalışması oluyor. Ben arka planı daha gerçek buluyorum. Mankenlerin o hazırlanma ve heyecan anına şahit oluyorum. Bir kadın olmak da fark yaratıyor çünkü benim yanımda çok rahat hissediyorlar, kendileri gibi olabiliyorlar. Editörler beni bu konuda farklı bulduklarını hep söylemişlerdir.
Çalışmaların nerelerde yayınlandı?
En son Etro çekimim New York Times’a çıktı. Rihanna'nın İstanbul konseri sırasında çektiğim bir resmi Ebony dergisinin kapağı oldu.
Fotoğrafçı olmak isteyen gençlere tavsiyelerin neler?
Estetik duygularını geliştirmeliler. Mesela bale ve tiyatroya gitsinler. Kitap okusunlar çünkü hayal gücünün gelişmesi çok önemli. Özellikle portre çekiminde insanları analiz etmek çok önemli olduğu için kitaplar inanılmaz değerli kaynaklar. Çizgi romanlar da çok güzel kadraj ilhamı verir.
Film ve sinema ışık kullanımını anlamak, mimari kültür de mekansal hislerin gelişmesi açısından önemli. Ayrıca, modayı hiçbir zaman kıyafet olarak düşünmemeliler. Kıyafetin bulunduğu yer, içindeki insan ve sadelik, bunları unutmamak lazım. 360 derece bir insan olmak lazım, sürekli beslenmek ve besin kaynaklarını hayatın içinde aktif olarak yaşamak gerekli.
Fotoğrafçılık sanatının bu günkü konumunu düşündüğünde, hoşuna giden ve gitmeyen gelişmeler neler?
Mükemmellik kavramını sorgulayan son Pirelli takvimi beni en çok mutlu eden gelişme oldu bu sene. Hoşuma gitmeyen de dijital dünyanın egemenliği ile birlikte iyi teknik ile kötü tekniğin birbirinden ayırd edilemez hale gelmesi. Zevk sahibi olmak konusundaki kavram kargaşası da buna eklendi.
Peki fotoğrafçılık nereye gidiyor?
Fotoğrafın çıkış nedeni belgelemektir. O yüzden fotoğrafçılık hiçbir zaman bitmeyecek. Fotoğraf dönemleri temsil eder, her fotoğraf belgedir. Şu anda bunu bilinçli olarak yapmasak da bu böyle, o yüzden bazen fotoğrafların arşiv değeri gözardı ediliyor instagramda. Sektörün kendi kendini zaman içinde tekrar şekillendireceğini ve çok seçici olmaya başlayacağını düşünüyorum. Ben insanların nasıl göründüğüyle değil, ne gördüğüyle ilgileniyorum. Ondan bugün ne giydim tarzı fotoğraflar bana hitap etmiyor.
Profesyonel fotoğrafçılar bloggerlar gibi takipçi kitlesi yaratamıyor çoğu zaman... Neden?
Sanırım en iyi örnek şu olur. Nasıl gurme aşçıdan McDonalds'da patates kızartmasını bekleyemezsiniz, bu da biraz zor bir şey. Bir resmi çekmek için kullandığım teçhizatdan ışığa kadar herşeyi düşündüğümde, İnstagram kullanımı bana aynı tadı vermiyor.
Son olarak, bu sektörü bir masal ile anlatmak istesen bu masal ne olurdu?
Daha çok bir bilim kurgu filmi olurdu. Terry Gilliam filmlerinden birinde gibi hissettiğim çok olmuştur.
Selin Alemdar'ı instagramda takip etmek için:
Modanın yazı hali ve Begüm Başoğlu
Moda ve sanatı yazıyla ve kitaplarla buluşturan, sade yaşamayı ve tutkularından vazgeçmemeyi hayat felsefesi yapmış biri Begüm Başoğlu. İstanbul Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olduktan sonra Milano Istituto Europeo di Design'da Moda Tarihi eğitimi alan Begüm çevirileriyle moda sektörüne kazandırdığı akademik yayınların dışında şimdilerde bir moda tarihi kitabı yazıyor.
Begüm Başoğlu Vitali Hakko Kreatif Endüstriler Kütüphanesi'nde
Modayı ve sanatı yazıyla ve kitaplarla buluşturan, sade yaşamayı ve tutkularından vazgeçmemeyi hayat felsefesi yapmış biri Begüm Başoğlu. İstanbul Üniversitesi İtalyan Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olduktan sonra Milano Istituto Europeo di Design'da Moda Tarihi eğitimi alan Begüm çevirileriyle moda sektörüne kazandırdığı akademik yayınların dışında şimdilerde bir moda tarihi kitabı yazıyor.
Moda sektöründe çalışmak istediğini ilk ne zaman düşündün?
Modanın hayatımda bir yere sahip olacağını ilk lise yıllarımda hissetmiştim. Ancak hiçbir zaman tasarımcı olmak istemedim. Asıl amacım, modayı diğer tutkum olan yazıyla birleştirmek ve moda tarihi üzerine araştırma yapmaktı. Bu yüzden önce edebiyat okuyup, ardından da moda tarihi eğitimi aldım.
Okulda okuduğun alanla mesleğin ilgili mi? Değilse ortak noktaları neler?
Şu an bu alanda yaptığım işlerin temelini kitaplar, yazı ve moda tarihi oluşturuyor. Neye heyecan duyduğunu erken yaşlarda keşfetmiş şanslı insanlardan biri olduğumdan aldığım eğitimlerin hepsi bugün hala hayatımın orta yerinde duruyor.
Sence moda sektörü okuyarak mı çalışarak mı öğrenilir?
Yalnızca moda sektörü için değil tüm sektörler için eğitimin gerçekten fark yarattığına inanmakla birlikte, çalışarak tecrübe kazanmadan da pek bir anlam ifade etmediğini düşünüyorum. Ayrıca çalışarak neleri sevmediğinizi de daha kolay keşfedebilir ve yanlış yolda ilerlemekten kurtulabilirsiniz.
İlk işini bulman nasıl oldu?
Sportswear International dergisinin Milano’daki ofisinde staj yapmak için derginin genel yayın yönetmeni Klaus Hang’la irtibata geçmiştim. Kendisine bir aile dostumuz vasıtasıyla ulaştığımdan, bu imkanın torpil gibi gözükmemesi için daha fazla çalıştırıldığımı söyleyebilirim! Burada moda çekimlerinden makalelere birçok alanda tecrübe edindim ve beni her zaman yazı tarafının heyecanlandırdığından bir kez daha emin oldum.
Mesleğini birkaç kelimeyle anlatmanı istesek?
Birden fazla rolüm olduğu için sanırım önce onlardan bahsetmeliyim. Moda başta olmak üzere tüm yaratıcı endüstrilerde geniş bir koleksiyona sahip olan Vitali Hakko Kreatif Endüstriler Kütüphanesi’nin küratörlüğünü yapıyorum. Aynı zamanda Vakko Esmod’da moda tarihi dersleri veriyor, akademik moda yayınları çeviriyor ve blank-mag dergisinin editörlüğünü yapıyorum. Bir de şimdilerde bir moda tarihi kitabı üzerinde çalışıyorum. Yaptığım her işin ortak noktasında okuma ve öğrenmeye olan tutkum yatıyor.
Çalışmaya başladığın ilk yıllardan beri unutamadığın bir tavsiye var mı?
Vitali Hakko, başarının birilerine ulaşamıyorsa bir başarı olamayacağından bahsetmişti. Mümkün olduğu kadar bunu hatırlamaya çalışıyorum.
Bu sektörü bir masal ile anlatmak istesen bu masal ne olurdu?
Masallarla aram çok iyi olmadığı için öyle bir benzetme yapamayacağım ancak bu sektörün sizi heyecanlandıran tarafını bulduğunuzda gerçek anlamda mutlu edebildiğine inanıyorum. Kendi adıma, başımı yastığa koyduğumda birilerinin bu alanda daha fazla şey öğrenmesini, ilham alarak iyi bir şeyler yaratmasını sağladığımı bilmek, güzel bir his.
Moda tarihini özetlemek için üç isim seçmeni istesem bunlar kimler olurdu?
Moda tarihini özetlemek için üç isim seçmem gerekse kadınları korseden kurtararak özgürleştiren Paul Poiret, modern ve sade bakış açısıyla hazır giyimde taşları yerinden oynatan Coco Chanel ve moda tarihine getirdiği birçok ilkle Yves Saint Laurent olurdu.
Ekibine yeni bir takım arkadaşı aradığında en çok önem verdiğin özellikler neler?
Yaptığım işler daha bireysel olduğundan bir ekibim de yok. Ancak olsaydı merak ve iş disiplini en önemli iki kıstasım olurdu.
Kuratör, yazar ve çevirmen olarak moda yayıncılığında Türkiye'de nelerin eksik olduğunu düşünüyorsun?
Moda yayıncılığında özgün olamama sıkıntısı yaşadığımızı düşünüyorum. Bunun başlıca sebebi ise donanımlı moda yazarlarına sahip olmayışımız. Tabii burada bahsettiğim dergicilikten ziyade kitap dünyası.
Senin için kütüphanedeki en anlamlı yayın nedir?
Brooklyn’deki bir sahaftan bulduğumuz Diana Vreeland yazışmaları çok değerli benim için. Bir de çok önemsediğim imzalı edisyonlar var. Peter Beard, Giambattista Valli, Stephen Jones ve Carine Roitfeld gibi birçok ismin kütüphaneyi ziyaret ettiklerinde kendi kitaplarını imzalamış olmaları kütüphane için güzel bir değer.
Moda sektöründe geleceğin meslekleri sence neler olacak?
Gittikçe daha bilinçli bir tüketici grubu söz konusu olduğu için sürdürülebilirlik alanındaki çalışmaların daha da değer kazanacağını düşünüyorum.
Begüm Başoğlu'nun çevirisini yaptığı ve Literatür yayınlarından çıkan moda tasarımı serisine aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
Vitali Hakko Kreatif Endüstriler kütüphanesi ile ilgili bilgi almak için resme tıklayın. Moda araştırmaları için bu kütüphane eşsiz bir değer sunuyor.