blog, ezgi merdin yazıları Ezgi Merdin blog, ezgi merdin yazıları Ezgi Merdin

Markalara da Turist Gelir, Hatta Göçmenler de

Güçlü markalar herkesin aşina olduğu güçlü sembollerdir. Peki ya elde tutulan o Dolce&Gabbana torbasının içinde bambaşka şeyler varsa? Ya bu kişi Dolce&Gabbana mağazasına hiç uğramamışsa? Yine de bu markaya hizmet edebilir mi?

Güçlü markalar herkesin aşina olduğu güçlü sembollerdir. Örneğin Chanel’in ikonik logosu, alışverişte elde tutulan bir Dolce&Gabbana torbası insanların bu markalar üzerinden mesajlar vermesine olanak tanır. Peki ya elde tutulan o Dolce&Gabbana torbasının içinde bambaşka şeyler varsa? Ya bu kişi Dolce&Gabbana mağazasına hiç uğramamışsa? Yine de bu markaya hizmet edebilir mi?

Bu konuyla ilgilenen, (hatta kendisi de İtalyan olan) Harvard üniversitesi mezunu Silvia Bellezza, Marka Turizmi kavramını tanımlamış ve üzerinde çalışmıştır. Lüks ve ayrıcalıklı markalar öncelikle kendi vatandaşlarına sahip, yani kendi müşterilerine. Prada çanta alan müşteriler, Lomo satın alıp kullanan gençler bu markaların vatandaşları sayılabilir. Ancak bu markalar hem Marka Turistlerine hem de Marka Göçmenlerine sahiptir. Marka turistleri, bir markanın ana ürünleri dışında birşeylerine sahip olan kişiler, örneğin sadece dil kursuna gidip Harvard yazılı sweatshirt giyen kişiler. Örneğin cep telefonunda Lomo filtresi kullanıp #lomography tagi koyan kullanıcılar… Bu kullanıcılar asıl markalara zarar vermektense onları tanıtmakta ve markanın gücüne yaymaktalar. Ayrıca asıl müşterilerin gözünde bir tehdit de oluşturmuyorlar. Sonuçta turistler… 

Ancak Marka Göçmenİeri bu marka ile etkileşimleri sınırlı olduğu halde kendilerini bu marka topluluğuna ait görürler. Örneğin Harvard’dan sadece uzaktan eğitim yoluyla sertifika alan bir kişinin cv’sine Harvard yazması bir göçmen davranışı örneği olarak tanımlanmış. Ya da Prada yazılı tanıtım amaçlı bir anahtarlık kullanıp kendini Prada müşterisi olarak sergileyenler. Bilimsel çalışmalar bu grup kullanıcıların markaya zarar verdiğini ve markanın asıl müşterilerinin, yani vatandaşlarının bu gruba hiç sıcak yaklaşmadığını gösteriyor. 

Kore’de yaygın bir trend olan pahalı markaların alışveriş torbalarının pazarlarda 30$’a varan fiyatlara satılması** bu kavramları daha da gündeme taşımış. Normalde Prada / Marc Jacobs ürünler alamayan kadınların bu torbalardan alıp kullandıklarında asıl müşterilerin gururunun kırıldığı ve markanın prestijinin düştüğü ölçümlenmiş. Aynı trend uzun yıllar önce Bağdat Caddesi’nde gece tezgahlarında ünlü lüks marka torbalarının satılmasıyla baş göstermişti. Peki taklit ürün kullanımından çok daha farklı ve bazı koşullarda çok daha zararlı olabilecek bu olguyu kontrol etmek için lüks markalar neler yapıyor? Marka Göçmenlerinden ziyade kendilerine hayran ve zararsız olan Marka Turistlerine yatırım yapıyorlar. Heineken müzesi, Louis Vuitton müzesi, en ünlü üniversitelerin açtıkları Coursera çevrimiçi dersleri ve sertifikaları bu önlemlere bazı örnekler.

* Bellezza, S., & Keinan, A. (2014). Brand Tourists: How Non–Core Users Enhance the Brand Image by Eliciting Pride. Journal of Consumer Research,41(2), 397-417.

** Used Chanel Shopping Bags Selling For Up To 200 Yuan (US$31) On Taobao, https://jingdaily.com/chinese-luxury-shoppers-do-brisk-business-selling-paper-shopping-bags-online/

Devamını Okuyun
blog Eda Binark blog Eda Binark

Dünyada Söz Sahibi 15 Moda Şehri

Moda başkentleri New York, Londra, Paris ve Milano olsa da moda dünyasını etkileyen, yenilikler getiren ve umut vaadeden 15 şehrini tanımaya ne dersiniz?

 

Moda endüstrisi her geçen gün daha global olurken ve dünyanın dört bir yanında tasarımcılar çıkarken takip etmemiz gereken şehirleri sadece New York, Londra, Paris ve Milano'yla kısıtlamak yanlış olur. Tüm bu hızla değişen moda sektöründe bu 4 büyük şehrin yanı sıra tasarımcılarıyla, sokak kültürüyle hayat veren şehirleri sıraladık. 

Melbourne

 Melbourne’un gelişen, yaratıcı altyapısı şehri Avustralya’nın en önemli stil ve moda merkezlerinden yapıyor. Şehrin yerel markaları Avrupa ilhamlı bir estetik anlayışına sahipken bir çok yerel perakendecilerde de aklınıza gelebilecek her türlü marka Avustralya pazarına tanıtılıyor. Sneakerboy adlı markanın başlattığı teknolojiyle iç içe, stok sisteminin olmadığı bu inovatif iş modeli dünyaya Avustralya'dan yayıldı. Diğer bir Avustralya markası olan P.A.M. ise açtığı flagship mağazalarıyla ülkenin moda severleri tarafından kült bir isim oldu bile. Moda dışında Melbourne’un Aesop’u üst kalite cilt bakım ürünleriyle hem Avustralya pazarını domine ediyor, hem de diğer pazarlarda büyümeye devam ediyor. Avustralya’nın imajı çoğu kişi için belki plajlardan ibaret olsa da, Avustralya’dan- özellikle de Melbourne’dan önümüzdeki zamanlarda moda anlamında harika fikirler çıkacağını bekliyoruz. 

Mağazalar:

 Sneakerboy, Assin, P.A.M., Incu

Tasarımcılar/Markalar:

 P.A.M., Chronicles of Never, Kloke

 

Amsterdam

Hollanda kültürel olarak benzerlik gösterdiği ülkelerle çevrilmiş, küçücük bir ülke olsa da ülkenin başkenti Amsterdam street style anlamında tam tersi bir durum sergiliyor. Patta adlı efsanevi sneaker markasına ev sahipliği yapan Amsterdam aynı zamanda da Filling Pieces ve ETQ adlı başka sneaker markalarının da evi. Erkek giyim konusunda ise Daily Paper ve Olaf Hussein şehrin yükselmekte olan markalarından. Amsterdam aynı zamanda da Avrupa’da hızlı modanın yükselen kentlerinden- G-Star, Raw ve Scotch& Soda gibi markalar aşina olduğumuz Amsterdam çıkışlı isimler. Tüm bu yükselişte olan markaların yanı sıra Amsterdam Avrupa’da özgün street style konusunda güçlü şehirlerden. 

Mağazalar:

Patta, Sprmrkt, 290sqm, Four by Azzuro

Tasarımcılar/ Markalar:

Patta, Filling Pieces, ETQ, Olaf Hussein, Daily Paper

 

                                  Moskova

Rusya'nın başkenti Moskova, halen aklımızda soğuk kışlar ve komünizmle özdeşleşmiş olsa da şehirde farklı altkültürlere ve teknolojiye odaklı durmadan gelişen bir gençlik var bu da şehrin moda ekosistemini önemli ölçüde besliyor. Moskova için doğu ve batının birleştiği şehir de diyebiliriz; son zamanlarda şehirde müzik ve kaykay kültürü hiç olmadığı kadar zenginleşti. Tüm bunlar olurken de Gosha Rubchinskiy street style ilhamlı koleksiyonlarıyla uluslar arası platformlarda gittikçe adından daha fazla söz ettiriyor. Şehirdeki FOTT ve KM20 gibi lüks perakendecileri, lüks modayı seven kitleyi batılı estetik ve Rus değerleriyle birleştiriyor. Moskova şu anda moda şehirleri konusundaki önceliklerinizden olmayabilir ama şehrin yenilikçi ve sıradışı gençlik hareketleri ve tasarımcılarıyla göz atmanız gerekenlerden. 

Mağazalar:

Fott, Svmoscow, KM20, Kixbox, Brandshop

Tasarımcılar/Markalar:

Gosha Rubchinskiy, Grunge John Orchestra, Explosion, Sputnik 1985, August Institute. 

 

Vancouver

‘Made in Canada’- yani Kanada’da imal edildi damgası yıllardır kaliteyi simgelemiştir ve Vancouver şehri de yıllar boyunca Canuck markalarına ev sahipliği yapmıştır. Pasifik Okyanusu ve Kuzey Kıyısı Ormanları arasında çevrelenmiş Vancouver aslında bir çok markaya sahip. Reigning Champ, Arc’teryx, Herschel Supply Co. bunlardan yalnızca bazıları. Kanada, komşusu Amerika tarafından gölgelenmiş olsa da bu, onun yeni çıkış yapan tasarımcılar ve markalar çıkarmasına engel olamıyor. 

Mağazalar:

Haven, Roden Gray, Livestock, Neighbour, Stussy Vancouver

Tasarımcılar/Markalar:

Reigning Champ, Arc’teryx, Herschel Supply Co, Wings + Horns, Native Shoes, Viberg.

 

Berlin

Berlin’in stili uzun zamandır özgünlük ile iç içe geçmişti; Punk ile olduğu kadar şu anki gelişen minimalist estetik anlayışıyla da Berlin, Avrupa’nın street style anlamında en zengin şehirlerinden.  Mercedes-Benz Fashion Week Berlin’de Sadak, Simon Freund ve Hien Le gibi yükselen tasarımcılarla ve aynı zamanda da Bread&Butter moda fuarıyla da  şehir kendi tasarımcılarına global platformda yükselmesi için şans veriyor. Voo, The Store ve Andreas Murkidis gibi concept mağazalar ve 032c ve Highsnobiety gibi dergiler de şehrin yaratıcı ve genç kültürünü besliyor. Berlin son yıllarda Avrupa’daki diğer şehirlere göre ucuz kiraları, rahat hayat tarzı ve yaratıcı atmosferiyle de dünyanın pek çok yerinden genç yetenekleri kendine çekiyor. Görünüşe bakılırsa Almanya’nın başkentini ilerki günlerde modanın yeni başkentleri arasında duyacağız. 

Mağazalar:

Voo, Soto, Andreas Murkudis, Firmament, The Store, Civilist

Tasarımcılar/ Markalar:

Acronym, Mykita, Sadak, Hien Le, Simon Freund.

 

Antwerp

Belçika gibi böylesine ufak bir ülkede, modanın sınırlarını zorlayan Antwerp gibi bir şehrin çıkmasında büyük ölçüde şehrin ünlü okulu Royal Academy of Fine Arts Antwerp’in büyük rolü var. Martin Margiela, Dries Van Note, Ann Demeulemeester, Kriss Van Assche ve Dior’un geçmiş kreatif direktörü Raf Simons gibi isimleri mezun eden bu okulun, küçük Antwerp şehrine etkisi inanılmaz. Avant- garde tasarımcılarıyla ve lüks giyim concept mağazalarıyla Antwerp bizi şaşırtmaya devam ediyor. 

Mağazalar:

Ra, Graanmarkt 13, Houben, Renaissance, Coccodrillo. 

Markalar/Tasarımcılar:

Maison Margiela, Ann Demeulemeester, Raf Simons, Dries Van Note, Kris Van Assche, Walter Van Beirendonck, Dirk Van Saene, Dirk Bikkembergs, Marina Yee. 

 

Stockholm

Moda, İsveç’in tasarım anlayışının en belirleyici branşlarından. Acne Studios ve Our Legacy gibi markalar bu İskandinav tasarım anlayışının öncülerinden. Hem minimalist lüks markalar hem de H&M gibi hazır giyim markaları ile birleşen şehrin sıradışı butikleri İsveç’i, Avrupa’nın stil anlamındaki öncü ülkelerinden yapıyor. Stockholm, İsveç’in genç tasarımcılarının gelişip açılabilmesi için adeta bir kuluçka merkezi.

Mağazalar:

Sneakersnstuff, Caliroots, C-Store, Nitty Gritty. 

Markalar/Tasarımcılar:

Acne Studios, Our Legacy, Eytys, Stutterheim, Sandqvist, Triwa

 

Los Angeles

Moda, Amerika için her ne kadar New York olsa da yavaş yavaş batı kıyısına kaymaya başladı ve grafik tshirtler, flip floplar ve kot pantolonlar diyarı Los Angeles'da en güçlü adaylardan.  Dünyadaki pek çok tasarımcının gözünü diktiği Melekler Şehri şimdiden Rodarte, Buscemi ve Joyrich gibi markaların merkezi oldu bile. Hedi Slimane ve Chiara Ferragni’nin bile yaşadığı bu şehrin rahat havası pek çok tasarımcıya ilham veriyor. 

Mağazalar:

Union, Supreme, Maxfield, 424 On Fairfax, Flight Club, Wild Style, H. Lorenzo, Garbstore Case Study, Jason Markk, RTH, Undefeated, Mohawk General Store, Opening Ceremony. 

Markalar/Tasarımcılar:

Joyrich, Fear of God, Undefeated, Odd Future, The Hundreds, Buscemi, Fuct, Stampd, Second/Layer, Chrome Hearts, Jogn Elliott+ Co, Apolis, Killspencer, The Elder Statesman, Diamond Supply Co., Huf. 

 

Kopenhag

Moda şehirlerinin histerik trendlerinden ve lüks anlayışından uzakta, İskandinavyalı tasarımcıların  merkezlerinden  Kopenhag’da özellikle giyilebilir erkek giyimini ülkenin kültürel yapısı ve zevkli tasarım anlayışıyla birleştiren tasarımcılar mevcut. Yerel markaları Norse Projects, Wood Wood, Han Kjobenhavn ve Soulland ile Ciff fuarı birleşince Danimarka başkenti moda için ümit vaadededn şehirlerden biri konumuna geçiyor. Kopenhag, Paris , Londra ve New York gibi star statüsüne sahip olmayabilir fakat minimalistik tasarım anlayışıyla hepimizin gardrobuna birer parça eklemek istediği tasarımcılara  evsahipliği yapıyor. Kopenhag, modanın trendlerinden uzak, minimalistik, ergonomik bir İskandinav tasarım anlayışı sergiliyor. 

Mağazalar:

Norse Store, Storm, Naked, Streetmachine, Wood Wood, Le Fix

Tasarımcılar/Markalar:

Norse Projects, Soulland, Han Kjobenhavn, Wood Wood, Rains, Rascals, Elka Regntoj, Henrik Vibskov, Libertine Libertine, Mismo, Brand8, Won Hundred, Tonsure. 

 

Milano

Milano şehri kalite ve Gucci, Prada, Versace, Missoni, Fendi, Moschino gibi lüks moda evleriyle özdeşleşmiş bir isim. Bu harika markalar modaya ve trendlere yön vermeye devam ederken hala yeni tasarımcıları ve markaları etkilemeye devam ediyor. Tasarımcılarıyla olduğu kadar şehrin ikonları da Milano’yu moda sahnesinin ön planına atıyor. Milano’nun lüks dünyasındaki yeri tartışılamazken, şehir özelikle de erkek pazarında gittikçe artan spor ve casual giyim akımında yerini kaybetme durumu yaşayacak mı diye kafamızda soru işaretleri var. 

Mağazalar:

Antonioli, 10 Corso Como, Excelsior, Antonia, Stone Island, Slam Jam, One Block Down 

Tasarımcılar/Markalar:

Gucci, Fendi, Prada, Moschino, Versace, Moncler, Bottega Veneta, Missoni, Marni, Marcelo Burlon County of Milan, Retrosuperfuture. 

 

Seoul

Güney Kore, Japonya ve Çin’in gölgesi altında kalmış bir ülke gibi gözükse de, bu onun ilham veren ve gittikçe gelişen bir moda ekosistemi yaratmasının önüne geçemedi. Seoul, şu sıralarda Juun, J.D. Gnak ve Wooyoungmi gibi önemli lüks üretimleri yapıp ihracat yapmaya başladı. Batının moda anlıyışını kendi doğu kültürlerine göre yorumlayan Seoul’da Pitti Uomo’yla rekabete başlayan fuarlar ve dinamik bir moda kültürü var. En sıra dışı kıyafetler bile Kore’li ünlüler tarafından Tv’lerde giyilip, tanıtımı yapılmaya başlanınca, Seoul sokak kültürü de filmler, ünlüler ve şehirdeki altkültürlerin etkisiyle kendine özgü bir halde gelişiyor. Seoul moda haftası henüz 12 yıldır gerçekleşse de, şehir dikkatinizi vermeniz gereken şehirlerin başında geliyor. 

Mağazalar:

10 Corso Como Seoul, Kasina, Beaker, Boon the Shop, Rare Market, Manhattans.

Markalar/Tasarımcılar:

Juuun, J.D. Gnak by Kang. D., Liful, Wooyoungmi, IISE. 

 

Londra

İngiltere’nin dünyaya kültürel etkisi her zaman ülke olarak kapladığı yüzölçümünün çok üstünde olmuştur ve ülkenin moda endüstrisi de bundan en çok etkilenen sektörler arasında. J.W. Anderson, Craig Green ve Nasir Mazhar gibi Londra’lılar global moda dünyasını kültür, ırk ve cinsiyet konularındaki görüşleriyle işgal etmiş durumda. Street style’a baktığımızda ise şehrin gençleri vintage parçalar, sneakerlar ve spor giyim öğeleriyle birleşen kendine özgü stilleriyle İngiliz sokak modasını dünyaya duyuruyorlar. Londra’nın belki hala Paris ve New York gibi şehirlerin önüne geçmesi için vakti var ama her yıl düzenli gerçekleşen London Collections Men ile hem yeni, genç tasarımcıların önü açılıyor hem de sıradışı Londra sokak modasıyla şehri dünyadaki erkek modasının en ilgi çekici yerlerinden biri haline geliyor. 

Mağazalar:

Goodhood, Dover Street Market, Palace Skateboards, LN-CC, Selfridges, Harrods, Liberty, Supreme, Maharishi, Garbstore, Slam City, Present, Hostem, 1948 NikeLab, Machine-A, Foot Patrol, Stone Island.

Markalar/Tasarımcılar:

Nasir Mazhal, J.W. Anderson, Craig Green, Astrid Andersen, Cottweiler, Palace Skateboards, Grind, Copson, Alexander McQueen, Burberry, Belstaff, Fred Perry, Lee Roach. 

 

Tokyo

Japonya’nın kendine özgü kültürü, Tokyo’yu dünyanın hem en sıra dışı hem de en büyüleyici şehirlerinden biri yapıyor. Böyle olunca da şehrin kendi moda ekosistemini oluşturup, markalar çıkarmaması neredeyse imkansıza yakındı. Bape, Wtaps, Neighbourhood gibi markalar globalde kendi egzantrik sokak giyim temalarını sunuyorken Comme des Garçons da günümüzün en avant-garde parçalarını yaratıyor. Pool, United Arrows ve Dover Street Market Ginza gibi perakendeciler sıradışı deneyimler yaratarak hem Japon hem de uluslararası tasarımcılara ilham veriyor. İlk bakışta fark etmesi zor olsa da Tokyo modanın en sıradışı ve ilginç şehirlerinden.

Mağazalar:

Dover Street Market Ginza, United Arrows, The Pool Aoyama, Supreme, Kinetics, Atmos, F.I.L, GIP-STORE, BEAMS, GYRE, BAPE.

Markalar/Tasarımcılar:

Comme des Garçons, Neighbourhood, Wtaps, Fragment Design, Visvim, Undercover, The North Face Purple Label, Nanamica, Hender Scheme, Bape, C.E., Bedwin & The Hearthbreakers, Ambush, Christian Dada, Samurai Jeans, Porter, Sophnet., Uniform Experiment, Yohji Yamamoto, Junya Watanabe, Julius.

 

Paris

Paris’in yüksek modadaki mirasının yeri moda dünyasında tartışılamaz ve şehrin moda haftası en prestijli etkinliklerden. Şehrin efsanevi tasarımcıları Louis Vuitton, Dior, Givenchy, Saint Laurent, Hermes, Balenciaga ve Balmain. Raf Simons, Rick Owens ve Junya Watanabe gibi bazı avant-garde tasarımcılar da Parisli olmamalarına rağmen koleksiyonlarını burda sergilemeyi tercih edenlerden. Bütün bu ışıltı ve görkemin ötesinde yeni doğan Ami, Etudes ve Maison Kitsune gibi markalar ise inovatif dokunuslarla Parizyen modasını geliştirmeye devam ediyorlar. Gerçekleşen bir sürü moda showları ve fuarların da Paris’e etkisi büyük. Pigalle hariç, Paris yerel streetwear markalarının eksikliğini çekiyor olsa da yüksek/alt trendler hiç bir şekilde yavaşlama sinyalleri göstermeyerek bu lüks moda evlerini ve Paris'i ilham kaynağına çevirmeye devam ediyor. 

Mağazalar:

Colette, Pigalle, Starcow, Le Bon Marche, Printemps, L’eclaireur, Centre Commercial, French Trotters, The Broken Arm, Merci.

Markalar/Tasarımcılar:

Maison Margiela, Rick Owens, Louis Vuitton, Dior, Etudes, Maison Kitsune, Ami, A.P.C., Pigalle, Givenchy, Hermes, Lanvin, Balenciaga, Balmain, Saint Laurent, Kenzo, Larose. 

 

New York

Bu listeyi kapatan şehrin hip-hop, graffiti kültürü ve sokak giyimini doğuran  New York olması hiç de şaşırtıcı değil. New York dünyadaki bütün şehirlerden daha çok streetwear markası çıkarmıştır; Supreme ve Alife gibi klasiklerin yanı sıra Alexander Wang, Opening Ceremony ve Public School gibi modern vizyonerler de şehrin canlılığını ayakta tutuyor. New York moda başkentleri listesine sokan sadece markalar değil; şehrin bu güne kadar sayısı estetik, altkültür ve akıma evsahipliği yapması. New York moda haftası tüm moda dünyasının en önemli etkinlikleri arasında ve erkek giyimin daha casual bir hale dönüşmesi yani değişimi tamamen New York çıkışlıdır. 

Mağazalar:

Dover Street Market NY, Supreme, Kith, Gentry, Vfiles, Opening Ceremony, NikeLab 21M, Alife Rivington Club, Flight Club, Atmos, Barneys New York, DQM, Flight 23, Nepenthes, Reed Space, Oak, Bergdof Goodman, Saks Fifth Avenue, Kinfolk.

Markalar/ Tasarımcılar:

Supreme, Kith, Alexander Wang, Public School, Thom Browne, Alife, Icny, Staple, 10. Deep, Mishka, Proper Gang, Rag& Bone, Hood by Air, Aime Leon Dore, Engineered Garments, Ssur, 3.1 Philip Lim. 

* Bu yazı bir çeviridir. Orjinali için tıklayınız. 

Devamını Okuyun
blog, ezgi merdin yazıları Ezgi Merdin blog, ezgi merdin yazıları Ezgi Merdin

Beynimizi Neden Mağazanın Kapısında Bırakıyoruz?

Alışverişçiler olarak eve geldiğimizde neden satın aldığımızı bilmediğimiz bir sürü ürünle başbaşa kalıyoruz?

Alışverişçiler olarak eve geldiğimizde neden satın aldığımızı bilmediğimiz bir sürü ürünle başbaşa kalıyoruz. Ayrıca bunun modern bir sorun olduğunu düşünüyorsak yanılıyoruz çünkü katlı mağazaların ilk yılları olan 1940lı yıllarda dahi Amerikalı tüketiciler bu düşünmeden alışveriş sorunundan muzdariplerdi. Gittikçe daha fazla insan, tam olarak alışveriş mekanında, örneğin perakendecilerde, süpermarketlerde ve katlı mağazalarda satınalma kararını aldığını belirtmekteydi (duPont çalışmaları, 1945-1965). Bu davranışlara ve plansız ani satınalmalara akademik dilde dürtüsel (anlık) satınalma deniyor. “Bir Alışveriş Bağımlısının İtirafları” filminde bu karakter her yönüyle canlandırılmıştı. Bir çok ünlü işletme okulundaki profesörler de buna ilgi duymuş olmalı ki dürtüsellik ve akılcı olmayan alışverişler bilimsel makalelerle de gösterilmiş durumda.

Alışverişlerinizde dürtüleriniz mi yoksa aklınız mı ön planda? Aşağıdaki sorulara verdiğiniz cevaplarla fikir sahibi olabilirsiniz.*

  1. Alışverişe gittiğimde, daha önce niyetlenmediğim şeyler satın alırım.
  2. Planlanmamış alışverişler yapan bir insanım.
  3. Beni gerçekten ilgilendiren bir şey gördüğümde, sonuçlarını düşünmeden satın alırım.
  4. Aniden bir şeyler satın almak eğlencelidir.
  5. Alışveriş listemde olmayan şeyleri satın almaktan kaçınmam.

Bir de beynimizi bırakmadığımız, düşündüğümüz ama tamamen yanlış düşündüğümüz kıyafet alışverişlerimiz var. Time dergisinde “Hiçbir Zaman Giymediğimiz Kıyafetleri Satınalma Bilimi”** başlıklı güncel bir yazı yayınladı. Eğer neden böyle davranıyorum diye kafa yoruyorsanız 3 olası sebebi var. Gördüğümüz ayakkabı veya bluzun çok güzel bir özelliği kötü özelliklerini gölgelemiş olabilir (Prada marka ama ayağınızı kanatan ayakkabılar). İkinci sebep ürüne ait kurduğumuz gerçekçi olmayan fantaziler (işe girince bu tayyörü çok iyi giyerim diyen üniversite öğrencisi). Giyilemeyecek kadar güzel bulduğunuz ürünler de bu kategoriye giriyor (saten kuş tüyü kaplı elbisem 5 yıldır yepyeni benimle). Ayrıca yazıda listelenen ve Türk toplumu için ne kadar geçerli olduğuna emin olmadığım bir sebep de alkol tesiri altında internet veya mağaza alışverişi yapmak.

Bu 4 örnekten birini kafamızda kuruyorsak yapabileceğimiz en iyi seçim elimizdeki ürünü almamak, paramızı daha giyilebilir parçalara ayırmak olacaktır. Diğer öneriler kredi kartı limitini düşürmek veya hergün yanına almamak, ürün yerine deneyimler satın almak yönünde.

* Weun, S., Jones, M.A. ve Beatty, S.E. (1998) Development and validation of the impulse buying tendency scale. Psychological Reports, 82(3), 1123–33.

** Yarrow, K. (2016) The Science of Why We Buy Clothes We Never Wear. Time/Money

Devamını Okuyun
blog Deniz Bulutsuz blog Deniz Bulutsuz

Giy - At Kültürünü Değiştirmek için Baskı Her Geçen Gün Artıyor

Tekstil endüstrisi dünyayı en çok kirletenler listesinde ilk sıralarda yer alıyor. Bu durumu değiştirmek için sadece geri dönüşüm yapmak yeterli mi?

Amerika'da her sene yaklaşık 12.8 milyon ton tekstil ürünü imha ediliyor. Yale Enviroment 360 raporuna göre; eski kıyafetler kullanılarak yeni tekstil ürünlerinin üretilmesini destekleyen çevrecilerin ve tekstil perakendecilerinin sayısı giderek artmakta. 

62 ülkede sahip olduğu 4.000’den fazla mağazası ile dünyadaki en çabuk büyüyen, hızlı moda perakendecilerinden biri olan H&M, geçen sene 24.5 milyar dolar değerinde t-shirt, pantolon, ceket ve elbise satmış. Aynı zamanda da 12bin ton kıyafeti geri almış. Markanın oldukça gösterişli ve ünlülerle dolu olan kampanya videosunda da söylediği gibi « Moda dünyasında kıyafetlerinizi geri dönüştürmekten başka kural yok! » 

H&M’in iyilik periliğini yaptığı geri dönüşüm hareketi aslında perakende endüstrisi için bir toplanma çağrısı. İsveçli firma yakın zamanda açtığı 1milyon dolarlık yarışma ile eski kıyafetleri yenilerine dönüştürmenin yollarını aramaya başladı. Worn Again adında, tekstil ürünleri için geri dönüşüm teknolojileri üreten bir firmaya da yatırım yapan H&M, bu kampanyanın daha ilgi çekici olması için hip-hop sanatçısı MIA ile kullandığımız kıyafetlerin ham maddelerini toplayıp geri dönüştürmenin önemini vurgulayan « Rewear It » adında bir video klip çekti. Perakende devi aynı zamanda Nike ile birlikte Ellen MacArthur Vakfı’nın global ortaklarından biri. Vakfın amacı sirküler bir ekonomiye doğru evrilmeyi sağlamak. Bu da, içinde bulunduğumuz üret, kullan ve at döngüsünde ilerleyen endüstriyel sistemde kullandığımız her şeyin ömrünün sonunda yeni bir şeye dönüştürülmesi demek oluyor. 

« Moda’da giysilerin yapılış şeklini değiştirmeliyiz. » diyor H&M’in baş yöneticisi Karl-Johan Persson. « Lineer bir modelden sirküler ve dönüştürülebilir bir modele geçmemiz gerekli, bunu da büyük ölçeklerde yapmalıyız. » 

Bu çağrıya kulak veren sadece H&M değil. American Eagle Outfitters, Eileen Fisher, Levi-Strauss & Co, Nike, The North Face, Patagonia, ve Zara, mağazalarında geri dönüşüm amaçlı eski kumaşları ve kıyafetleri (Nike’in durumunda eski ayakkabıları) toplayan markalar. Bu markalar bazen aynı doğrultuda üreticilerden bile kıyafet alabiliyor. Startups Ambercycle, Dutch Awareness ve Evrnu pamuk ve polyester gibi kumaşları yeni liflere dönüştürebilecek kimyasal süreçler geliştirmekte. 

« Asıl amacımız hammaddemizi, müşterilerimizin dolaplarından toplamak » diyor Levi Strauss’un Sürdürülebilirlik Bölümü Başkan Yardımcısı Michael Kobori. 

H&M gibi bir markanın sirküler ekonomiye geçiş sürecini yönetiyor olması aslında büyük bir ironi. Şirketin çok düşük fiyatlara sattığı kıyafetler, çevreci aktivistlerin tepki gösterdiği perakende sektörünün bu kadar hızlı büyümesinin en büyük nedenlerinden. Global tekstil endüstrisinin yıllık gelirinin 2.5 trilyon dolar olduğu ve gelecek 10 yılda bu rakamın ikiye katlanacağı tahmin ediliyor. Dahası, kar amacı gütmeyen organizasyonların ve perakendecilerin eski kıyafetleri toplama ve dönüştürme çabalarına rağmen, bu ürünlerin büyük çoğunluğunun sonu katı atık sahaları oluyor. En azından Amerika’da her yıl 12.8 milyon ton tekstil ürünü imha ediliyor, bu da kişi başı yaklaşık 37 kilo demek oluyor. 

Kendi ismini taşıyan tekstil şirketinin kurucusu Eileen Fisher, moda endüstrisinin petrolden sonra dünyadaki en büyük kirletici güç olduğunu söylüyor. Moda dünyasının global parmak izlerini içerek çok güvenilir bir data olmadığından bu iddianın kanıtlanması oldukça zor.  Ancak kıyafet üretmek için harcanan su, enerji ve kimyasal maddelerin miktarını azımsamak imkansız. Çevre denetimlerinin çok sık olmadığı üretim bölgelerinde ise kullanılan bu kimyasallar çevredeki su kaynaklarına akıtılmakta. Tekstil sektörü uzun zamandır Çin’indeki en büyük kirlilik faktörü. Hindistan, Kamboçya ve Bangladeş’deki nehirleri kirleten, tarım arazilerini kullanılmaz hale getiren de aynı durum. 

Sektördeki yöneticilerin söylediğine göre; endüstri eğer mevcut büyüme oranlarını ve sürdürülebilirliğini korumak istiyorsa, ilerleyen zamanlarda daha radikal kararlar ve aksiyonlar alınması gerekecek. 

Ancak bu taşın altına elinizi koymak hiç de kolay değil. Müşteri davranış biçimleri engellerden sadece biri. Tüm teşviklere rağmen çoğu insan eski kıyafetlerini mağazalara getirmiyor. Amerika’da H&M, Levi-Strauss ve The north Face müşterilerine kıyafetlerini getirmeleri için bazen %20’lere kadar çıkan indirim olanakları sunuyorlar ancak sattıklarından çok çok daha az miktarlarda kıyafet geri toplayabiliyorlar. (H&M kaç ton kıyafet sattığını açıklamıyor ancak 2015’de geri aldığı 12.000 ton ürünün sattıklarının yanında sadece küçücük bir pay olduğu aşikar.) 

Bu değişim sürecinin ne kadar zor olduğunu anlamak için yapılması gereken en önemli şey; ger dönüşümle bu döngüyü tamamen kırmak arasındaki büyük farkı görebilmek. Geleneksel kıyafet geri dönüştürme teknikler aslında yeni kıyafetler için hammadde üretilmesini sağlamıyor. Aksine, tekrar giyilebilecek durumda olan ürünler ya ikinci el mağazalarında satılıyor, ya da denizaşırı giden teknelere yüklendikten sonra çok ucuz fiyatlara alıcı buluyor. Tekrar kullanılamayacak durumda olanlar ise, yalıtım malzemesi veya halı dolgusu olarak, ya da oyuncakların içini doldurmak için kullanılıyor. Bir bölümü ise enerji üretmek amacı ile yakılıyor ya da katı atık depolarına yollanıyor. 

« Buna karşılık, içinde bulunduğumuz bu döngüyü tasarım sayesinde onarmak ve yeniden düzenlemek mümkün. » diyor Ellen MacArthur Vakfı. Tekstil ürünleri endüstrisi için bu, üretimdeki kaynakları mümkün olabildiğince uzun süre kullanılabilir kılacak, sonrasında ise hammaddeyi en kolay şekilde tekrar elde ederek yeni ürünlerin yapımında kullanacak bir sistem tasarlamak demek. Günümüzde var olan hiçbir şirket bahsi geçen bu durumu ticari boyutlarda yapmıyor ancak birkaçı deniyor. 

Londra çıkışlı Worn Again yaklaşık 10 senedir, McDonald’s üniformaları, Virgin Atlantic uçak koltukları ve hapishane battaniyeleri gibi tekstil atıklarını, kıyafetlere, ayakkabılara ve çantalara dönüştürüyor. Ancak şirketin kurucusu Cyndi Rhoades yakın zamanda, birçok farklı materyal kullanarak kalıcı ürünler üretmenin ne kadar da zor bir iş olduğunu anlamış. Sonrasında ise dikkatini, kendi içlerinde farklı engeller çıkartan pamuk ve polyester maddelerini geri dönüştürmeye vermiş. Pamuğu mekanik bir şekilde geri dönüştürmek lifleri kısalttığı ve sertleştirdiği için kalitesini düşürüyor. Geri dönüştürülmüş polyester ise eski halinden daha pahalıya mal oluyor. Bu nedenle farklı maddelerden yapılmış kıyafetlerin içlerindeki ham maddeleri ayrıştırmak ve bu doğrultuda geri dönüşüme sokmak oldukça zor. 

Uzun yıllar süren araştırmadan sonra Worn Again güçlerini H&M ve Puma ile birleştirerek, moleküler seviyede ayrıştırılan eski tekstil ürünlerinden pamuk ve polyesteri ayıran kimyasal bir süreç geliştirdi. Levi Strauss ve Seattle’da kurulmuş bir girişim şirketi olan Evrnu ise birlikte dünyanın ilk atık malzemeden dönüştürülen kot pantolonunu üretti. Bu yenilik Çin, Hindistan ve Pakistan gibi su sıkıntısı çeken bölgelerdeki üretimde su kullanımını neredeyse %98 azaltacağından çığır açan bir olay olarak görülüyor. 

Bu yazı bir çeviridir. Orjinalini okumak için tıklayın. 

Devamını Okuyun
blog Deniz Bulutsuz blog Deniz Bulutsuz

İflastan Milyon Dolarlara Uzanan Marka Yolculukları

En büyükler aslında hep büyük değildi. Şirketleri milyar dolar kazanmadan önce onlar da iflas etti ama küllerinden yeniden doğdular. 

Moda dünyasında hiç birşey koyduğunuz yerde kalmaz. Günümüzde adını ezbere bildiğimiz, her sene milyonlarca dolarlık cirolar beyan eden ve her zaman çok başarılı olduğuna inandığımız büyük markaların çoğu aslında zaman zaman o kadar da başarılı değillerdi. Kuruluşlarından bu güne neredeyse hepsi yarım asır devirmiş olan, sektörün büyük isimlerinin iflasları ve geri dönüş hikayelerini sizin için derledik. 

CHANEL 

Yükseliş : Gabriel « Coco » Chanel ilk mağazasını 1910’da Paris 21 Rue Cambon’da açtı. Takvimler 1920’leri gösterdiğinde tasarımcının taklit edilemez ve baştan aşağı modern bakış açısı onu dönemim en büyük moda güçlerinden biri haline getirdi. 1921’de tanıtılan Chanel No:5 parfümü ise uluslararası arenada tanınan bir ikon olmasındaki en büyük etkendi. 

Kırılma Noktası : 1945 senesinde, İkinci Dünya Savaşı’nın ortasında Chanel, moda evini kapatmak zorunda kaldı ancak parfüm ve aksesuar üretmeye devam etti. 

Geri Dönüş : Chanel ikinci perdesini, hala ismi söylenince akla gelen en ikonik parçalardan biri olan tüvit ceketi tanıtarak sergilediği couture koleksiyonu ile 1954’de açtı. Ancak markanın şu an bildiğimiz gücüne ve imza tasarımlarına kavuşması, Karl Lagerfeld 1983’te jarse, tüvit, zincir detaylı kemerler ve kamelya çiçekleri ile dolu ilk couture koleksiyonunu sergilediğinde gerçekleşti. 2014’de Chanel, 7.5 milyar dolarlık bir gelirin içinden 1.4 milyar dolarlık bir net kar ilan etti. Markaya, mahremiyetlerine oldukça düşkün olan ve zamanında Chanel No:5 parfümlerinin dağıtımını ve finansörlüğünü üstlenen Pierre Wertheimer’ın soyunun devamı Wertheimer ailesi sahip. 

TOMMY HILFIGER

Yükseliş : Tasarımcı moda dünyasına, 1970’lerin başında henüz 18 yaşındayken, Jimi Hendrix, The Beatles ve Rolling Stones üyeleri gibi giyinmeyi sevenlerin tercih ettiği New York’da bulunan The People’s Place adındaki bir dükkan ile adım attı. Hilfiger’in BoF’a verdiği röportajda 150 dolara kurduğunu söylediği konsept, oldukça büyük bir başarı yakaladı ve tasarımcı kısa zamanda New York’da üniversitelerin bulunduğu bölgelerde birkaç dükkan daha açmayı başardı. 

Kırılma Noktası : Hilfiger’ın gençlik enerjisi ve yaratıcılığı The People’s Place’i ileri götürmesine yardım etse de, kötü finansal planlama ve Amerika’ya büyük kan kaybettiren ekonomik durgunluk dönemi tasarımcıyı 1977’de iflasa sürükledi. 

Geri Dönüş : 1985’de Hilfiger bu sefer kendi ismi altında piyasaya geri döndü ve zamanın en ünlü erkek giyim markalarından olan Ralph Lauren, Calvin Klein ve Perry Ellis gibi isimlerle rekabet etmeye başladı. Tasarımcının kariyerindeki ikinci sayfayı açarken Times Meydanında devasa boyutlarda verdiği, kendisini bu üç markadan nasıl ayrıştırdığını, alışılmadık ve oldukça etkili bir dille anlatan reklam afişi büyük ses getirdi. 1989’da, yine oldukça zorlu bir finansal dönemde Silas Chou ve Lawrance Stroll’dan yatırım alan Hilfiger, 1992’de bu yatırım sayesinde halka arzını gerçekleştirdiğinde dönemin New York Borsası’nda kayıtlı ilk tekstil şirketi olmuştu. Şirket 2000’de gönülleri fethedip en çok giyilen markalar arasına girdiğinde, yılda 2 milyar dolarlık satış yapıyordu. Şartlar markaların sermayelerine ve satışlarına darbe vurduğunda Hilfiger artık nasıl bir geri dönüş yapılacağını iyi biliyordu ve 2010 yılında da akıllı marka konumlandırması ile bunu başardı. 2010 senesinde şirket, aynı zamanda Calvin Klein’ın da sahibi olan Phillips-Van Heusen Corp’a 3 milyar dolara satıldı. 2015’de Tommy Hilfiger, PVH’in toplam gelirinin %42’sini (3.4 milyar dolar) getiriyordu. 

CALVIN KLEIN

Yükseliş : Minimalist tasarımların ikonlarından biri olan Calvin Klein kuruluşundan 10 sene sonra, 1977’de 30 milyon dolarlık bir şirketti. 1980’lere gelindiğinde Calvin Klein, o zamanların en seksi yıldızlarından Brooke Shields ile çektiği unutulmaz denim kampanyasının, iç çamaşırlarının ve ev ürünlerinin sayesinde herkes tarafından bilinen ve kullanılan bir isim olmuştu.  

Kırılma Noktası : Başarılı olmasına rağmen boğazına kadar borca batmış şirket 1992’de iflasla yüzleşti. Klein’ın kefareti, eğlence sektöründe yönetici olan arkadaşı David Geffen tarafından ödendi. Geffen aynı zamanda markanın geri dönüşü olacak olan Kate Moss ve Mark Wahlberg kampanyasını müjdeliyordu. 

Geri Dönüş : 2002’de - uzun süren iniş ve çıkışlardan sonra - Calvin Klein hayatı boyunca yanında olan ortağı Barry Schwartz ile, hisse senetlerini 30 milyon, telif hakkını 300 milyon dolar olmak üzere nakit olarak da 400 milyon dolara şirketi PVH’e sattı. Klein ve Schwartz 20013’de satış tamamlandığında emekliye ayrıldılar ancak tasarımcının izleri markadan hiç silinmedi. En son gelişme olarak PVH 2015 yılında bünyesine 2.9 milyar dolarlık gelir sağlayan marka için tasarım müdürü olarak Belçikalı tasarımcı Raf Simmons’u getirdi. Simmons markada bu titre sahip olan ilk kişiydi. 

BALMAIN

Yükseliş : Yetenekli terzi Pierre Balmain, Ava Gardner ve Brigitte Bardot gibi giyinmek isteyenlere hizmet vererek kendine bir isim yapmıştı. Tasarımcının 1982’deki ölümünden sonra moda evinin başına, içlerinde Balmain için 1993-2002 arası kreatif direktörlük yapan Oscar de la Renta’nın da bulunduğu bir seri tasarımcı geçti. 

Kırılma Noktası : De la Renta’nın markadan ayrılmasından iki sene sonra 2004 yılında bir yatırımcının çeklerinin ödenememesi sonucu moda evi iflas korumasına girdi. 

Geri Dönüş : O zamanlarda markanın hisselerinin büyük bölümüne sahip olan iş adamı Alain Hivelin, 2005 yılında tasarımcı Christophe Decarnin’i kreatif direktör yaparak markanın iflasın eşiğinden dönmesini sağladı. Decarnin’in Balmain adının yıllardır birlikte anıldığı muhafazakar zerafetten oldukça uzak olan keskin omuzlu ve işlemeli stili moda evine gösterişli bir yenilik getirmişti. 2011’de Decarnin’in ayrılışının ardından, Hivelin kreatif direktör koltuğuna 24 yaşındaki Olivier Rousteing’i koydu. Rousteing’in yaşadığı çağın getirdiklerine olan güçlü sezileri, 4 senede satışları 121.5 milyon dolara ulaştırmıştı. 2016 yılında şirket, içlerinde 2014 yılında vefat eden Hivelin’in varislerinin de bulunduğu yönetim kurulu tarafından 485 milyon Euro’ya Valentino’nun da sahibi olan Katar’lı yatırımcı firma Mayhoola’ya satıldı.

MARC JACOBS

Yükseliş : New York cool anlayışına yeni bir bakış getiren 80’lerin disko çocuğu Marc Jacobs, Op-Art kapşonlulardan oluşan Parsons mezuniyet koleksiyonunu 1984’de o zamanın nüfuzlu mağazalarından olan Charivari’ye sattı. 1986’da ilk ready-to-wear koleksiyonunu sergileyen Jacobs, bir sene sonra şu an Swarovski Ödülü olarak bilinen CFDA’nin düzenlediği Perry Ellis Ödülünü Genç Moda Yeteneği olarak kazandı. 

Kırılma Noktası : 1989’da yükselen yıldız ve iş ortağı Robert Duffy, Perry Ellis tarafından durgun olan markayı yeniden canlandırmak için işe alındılar. Ancak Marc Jacobs’un Perry Ellis’deki görevi, 1993’de şimdilerde oldukça iyi bildiğimiz grunge koleksiyonunu sergilediğinde sona erdi. Tasarımcının Seattle-grunge temalı lookları ve çizgifilm karakterli t-shirtleri high street markalar tarafından sayısızca kopyalanmasına ve editörler tarafından çok beğenilmesine rağmen üst sınıf müşteriye satılamadı. 

Geri Dönüş : Takvimler 1997’yi gösterdiğinde Jacobs ve Duffy iflasın eşiğindeydiler. LVMH Grubu başkanı Arnault tasarımcıyı zamanın bavul markası Louis Vuitton’a yeni bir soluk getirmesi için işe aldı ve Marc Jacobs’un kendi adını taşıyan markasına da yatırım yaptı. Marc by Marc Jacobs isimli ikinci bir marka da kuran Jacobs, 2001 baharında ikonik çantalar ve ayakkabılar tasarlayarak aksesuar ve tekstil sektöründe adı en çok duyulan markalardan biri oldu. 2013’de tasarımcı Louis Vuitton’dan ayrıldığında kendi markası senelik 1 milyar dolar gelir elde ediyordu. 2015 senesinde şirket Marc x Marc adını verdikleri line’ı da ana markaya bağlayacaklarını açıklayarak tasarımcının yeni bir çağa girişini duyurdu. 

GUCCI

Yükseliş : İtalyan moda evi Gucci, 1921 yılında eyer yapımında uzmanlaşmış Guccio Gucci’nin at binen müşterilerine çanta da satmanın akıllıca olduğuna karar vermesi üzerine Floransa’da kuruldu. 1900’lerin ortasına gelindiğinde Gucci’nin jet sosyeteye hitap eden silueti film yıldızları ve varlıklı gezginler arasında favori olmuştu. 

Kırılma Noktası : 1970’ler ve 80’lerde süregelen aile içi tartışmalar çözülemeyince şirket içindeki düzensizlik markayı 1993’de iflasa kadar sürükledi. 

Geri Dönüş : 70’lerden ilham alan seksi tasarımları markanın başındaki Domenico De Sole tarafından da desteklenen tasarımcı Tom Ford’un markaya girişi, 1999 yılında agresif bir tavırla markayı devralmaya çalışan LVMH grubu ile bir savaş başlattı. De Sole ve Ford’un ortaklık anlaşması yaptığı Fransız holding Pinault-Printemps-Redoute (günümüzde Kering olarak biliniyor), 2001’de Gucci’nin hisselerinin büyük çoğunluğunu satın aldı. Bununla birlikte Ford ve De Sole uzun süren başarısız kontrat pazarlıklarından sonra 2003’de şirketten ayrıldılar. Kısa sürede değiştirilen pek çok isimden sonra marka, 2006’da baş tasarımcı olarak Frida Giannini’yi bünyesine kattı. Gianni, şirkette geçirdiği 8 yıl boyunca başarı ile Ford’un izinden gitti ancak sonunda yorgun düştü. Tüm bu değişimlerden sonra şirket, 2015’de perde arkasındaki asıl isim olan ve masalsı tasarımları moda dünyasındaki minimalist eğilime antidot olma özelliği taşıyan Alessandro Michiele’yi yaratıcı bölümün başına getirince satışlarında büyük hareketlenmeler gözlemledi. Markanın yıllık geliri ilk defa 2015’de 4 milyar euronun üzerine çıktı. 

Bu yazı bir çeviridir. Orijinalini okumak için tıklayın. 

Devamını Okuyun
blog Deniz Bulutsuz blog Deniz Bulutsuz

Sorun Çözmeye Başlayın

Başarılı bir şirketin sırrı müşteri sorunlarını çözebilecek ürünler ve iş modelleri geliştirmekte yatıyor. 

İYİ BİR İŞ KURABİLMENIN SIRRI SORUNLARA ÇÖZÜM ÜRETMEKTE

Ari Bloom - San Francisco’da bulunan Avametric isimli moda ve perakende teknolojileri firması CEO’su. 

New York’da yaşarken her hafta yetenekli bir grup moda tasarımcısı ile tanışırdım. Bu tasarımcıların çoğu bir marka kurmak ya da kurdukları markayı büyütmek için aktif olarak çalışıyordu ve hepsinin istisnasız bir ağızdan bana ‘daha önce hiç kimsenin yapmadığı’ bir şeyi yapıyor olduğunu söylediğini duymak oldukça şaşırtıcıydı. Bunu duymak beni hep güldürürdü. Eğer bir moda tasarımcısıysanız, aslında sizin yaptığınızın tıpatıp aynısını yapan çok fazla insan var demektir. Örnek vermek gerekirse; sınırlı bir bütçesi ancak sınırsız seçeneği olan insanlar için zaruri olmayan kıyafetler veya aksesuarlar tasarlayıp üretmek.  

18 aydır perakende teknolojileri ile ilgilenen bir şirketin yöneticisi olarak Silikon Vadisi’nde çalışıyorum. Bununla birlikte hala CFDA Fashion Incubator bünyesinde genç tasarımcılara mentörlük yaparak moda endüstrisinin içinde aktif rol alıyorum. Bu günlerde zamanımın çoğu toplantılarda üst düzey teknik mühendislerle yazılım ve ürün geliştirme haritalarını tartışarak geçiyor. Doğal olarak bu süreç kaliteli ürün üretmek ve başarılı bir şirket kurmak konusundaki tüm fikirlerimi değiştirdi. Gözümü açan bir sürü tecrübe ile birlikte aslında öğrendiğim en etkili şey genellikle « design thinking » olarak adlandırılan olgunun gücü oldu. Bu kolay anlaşılır felsefe iki basit adımdan oluşuyor : problemi belirle ve ardından bu problemi çözen bir ürün tasarla. Bu sistem Stanford School of Design tarafından yıllardır destekleniyor, teknoloji girişimcileri ve IDEO gibi şirketlerdeki yenilik üretmedeki uzman insanlar tarafından başarılı bir şekilde kullanılıyor. 

Teknoloji sektöründeki ilk bir haftamda, design thinking felsefesinin teknoloji liderlerine, şirketlerini kurma ve yönetme konusunda nasıl yardım edebildiğini tecrübe etmeye başladım. Teknoloji konusunda girişim yapacak biri, şirketini dünya çapında bir probleme milyon dolarlık bir çözüm sunarak tanıtabilir. Bir yönetici ise önerilen şirket stratejisini takımına devamlı açıkça hangi soruna çözüm bulduğunu sorarak sorgulayabilir. Bir teknoloji şefi ilk olarak büyük problemi tanımlamasına ve çözmesine yardım edecek bir ürün haritası çıkarır. Bu harita takım çalışmasında önceliklerin belirlenmesine ve ekiplerin daha hızlı çalışmasına yardım eder. Bu sayede piyasaya sürülmeye hazır ürünün varlığını sürdürebilme gücü tekrar tekrar test edilebilir. 

Eş zamanlı olarak moda tasarımcılarıyla ve her seviyedeki yöneticilerle tanıştıkça iki sektör arasında kesin bir fark görmeye başladım. Moda insanları bana çantalarının veya kıyafetlerinin nasıl daha « değişik » veya daha « iyi » olduğunu anlatmaya devam etti. Çözmeyi bırakın bir problemi tanımlayamadılar bile. Kayıtlara geçmesi için söylüyorum; kadınların yeterince elbiselerinin olmayışı veya çanta seçeneklerinin az oluşu gibi problemleri kesinlikle yok. 

Ama bu tabi ki modanın çözebileceği problemler de yok değil. Bu konuda Juicy Couture oldukça şaşırtıcı ve güzel bir örnek. Bu marka satışa sunulduğunda kadınlar günlük hayatlarında giyebilecekleri rahat ama onları seksi hissettiren kıyafetler bulmak konusunda bir sorun yaşıyorlardı. Bu eksiği görerek ya da görmeyerek piyasaya çıkan Juicy Couture başarılı oldu çünkü yeterince müşteriyi piyasada bulunabilecek en iyi çözüm olduğuna ikna edebildi. Spanx, Lululemon ve Seven For All Mankind gibi markaların hepsi moda pazarında var olan gerçek sorunlara çözüm bulmuş markalar. 

Moda dünyasındaki girişimcilerin mükemmel ürünü üretmek ve ulaştırmak dışında var olan problemlere ve fırsatlara da odaklanmaları oldukça önemli. Birkaç sene önce CFDA Fashion Incubator tarafından düzenlenen « iş planı oluşturma yarışmasına » katıldığım zamanı gayet net hatırlıyorum. Jüri üyelerinden birinin 10 sunum boyunca sakince ve sabırla yerinde oturmuş ve ardından her tasarımcıyı « aynı şeyi » yaptıkları için adeta azarlamıştı. Her tasarımcı yetenekli ve akıllıydı, ürünleri de oldukça güzeldi ancak hiçbiri ne endüstri ne de müşteriler için bir soruna çözüm oluşturabilecek yaratıcı bir iş modeli sunmuyordu. Stitch Fix, Trunk Club, Birch Box hatta Amazon bile perakende ve moda sektörü için var olan gerçek sorunlara çözüm getirmiş çok başarılı şirket örnekleri olarak gösterilebilir. Bu şirketlerin tamamı bulunurluk, uygunluk ve gereksinimlere uyarlama konularına bağlı müşteri sorunlarını çözebilecek ürünler ve iş modelleri geliştiriyorlar. 

Sosyal bir bakış açıları olan markalar çerçevenin dışında da çalışıyor. TOMS dünya çapındaki bir problemi belirledi (gelişmekte olan ülkelerdeki ayakkabı eksikliği) ve müşterilere ürün alarak çözümün bir parçası olma olanağı sunan bir marka yarattı. Aslında burada çift taraflı bir çözüm söz konusu. Marka hem müşterilerinin ihtiyaç sahiplerine yardım etme isteğine hitap ediyor, hem de yaptıkları alışveriş hakkında iyi hissetmelerini sağlıyor. Bu yöntemin Everlane ve Warby Parker gibi şirketlerde de nasıl iyi işlediğini görebilirsiniz. 

Modanın da diğer sektörler gibi yeniliğe ihtiyaç duyduğu büyük bir sır değil. Geleceğin liderlerinin durumu net bir şekilde görebilmeleri için empati kurabilen bir yaklaşım benimsemeleri gerekli. Var olandan daha iyi olduklarına inanan ve piyasaya bu doğrultuda ürün süren yeni şirketler kurmak yerine dünyada ne gibi sorunlar olduğunu düşünmeye yönelmeleri şart. 

Ari BLOOM. 

Bu yazı bir çeviridir. Orjinalini okumak için tıklayınız.

Devamını Okuyun