Moda Zaman Tüneli: 19. ve 20. Yüzyıllar

[su_spacer]
19. yüzyılın başından 20. yüzyılın sonuna kadarki dönemde gerçekleşen önemli moda olaylarını bu zaman tünelinde paylaşıyoruz.
[su_spacer]
1800 19. yüzyılın başlarında Londra'lı  George Bryan Brummell dandyism akınını başlatarak erkek giyim modasını etkileyen kişi olur. Aristokratlar arasında stiliyle hızla kabul gören Brummel'in etkisi sadece erkek giyim akımlarıyla sınırlı kalmaz, İngiltere'yi ve özellikle Londra'yı erkek giyim merkezi haline getirir. Brummel etkisi yani dandy akımı günümüzde hala devam etmekte.
1856 Burberry- Thomas Burberry tarafından 1856'da kurulur.

1858 İngiliz tasarımcı Charles Worth, Pariste haute couture evini açarak, ilk couturier olur. Tasarımlarını canlı modeller üzerinde sergileyerek her yıl yeni bir koleksiyon sunan ilk tasarımcıdır.

1861 Milano'da 1861 yılında tasarlanan ve 1865-1877 arasında inşa edilen Galleria Vittorio Emanuele dünyanın en eski alışveriş merkezlerinden sayılıyor.1868 Federation Francaise de la couture kuruldu. 1910’da da ChambreSyndicale de la Couture Parisienne kuruldu. Bu kurum hala Paris’in haute couture’deki yıkılmaz pozisyonunu koruyan kurumdur.

1884 Ressam John Singer Sargent'in Madame X tablosu Paris'te sergilenir ve skandala neden olur. Madame X (Virginie Gautreau) zamanına göre çok cesurca resmedilmişti. Tabloda elbisesinin bir askısı omzundan düşerken makyajı da döneme göre oldukça belirgindi. Bu skandalın ardından elbise askısını silip yeniden resmeden ve Paris'ten kaçan ressam Singer belki de moda tarihini en çok etkileyen tablolardan birini yarattığını bilmiyordu. Tablo Metropolitan Museum of Art tarafından 1916'da satın alındı.

1885 Oscar Wilde "Philosophy of Dress"i yazar. Oscar Wilde estetik, güzellik ve moda üzerine görüşleriyle ve kendi stiliyle döneme damgasını vurdu.

Moda dayanması o kadar zor bir çirkinlik ki, altı ayda bir değiştirilmesi gerekiyor.Oscar Wilde

1886 Californiada Levi Strauss iki atın çektiği kot pantolon logosunu tasarlar. Madende çalışan işçiler için Levi Strauss tarafından tasarlanan bu pantolon yıllar sonra moda dünyasının en çok giyilen parçalarından olacaktır.  

1900 Bir İngiliz, Lucile (Lady Duff Gordon) tasarımlarını defile olarak sergileyen ilk terzi olarak tanımlanır. 1910 yılında mankenleri ile okyanus ötesine gider ve dört şehirde şube açan ilk tasarımcı olur. (Londra, NY, Paris, Chicago).

1903 Worth'un yanında çalışarak yetişen genç Paul Poiret geniş kesimli, kare biçimli bir kimonoyu andıran "Confucius" paltoyu tasarlar. Dönemin modasına tamamen zıt olan bu rahat giysi Poiret'nin kariyerinin başlamasına vesile olur.

1906 Paul Poiret kendi moda evini kurar, daha düz bir kadın silüetini empoze eden Poiret rus balesinden ilham alarak harem pantolonlarını yeniden yorumlar. Poiret tasarımlarında renkli kumaşlar, desenler ve oryantal baskılar kullanır. Aynı zamanda bir moda tasarımcısının yarattığı ilk parfüm de Poiretye aittir.

1908 Poiret satış amaçlı katalog kullanan ilk couture tasarımcısı olur1909 Mariano Fortuny atölyesinde Delphos model elbisesini üretir. Delphos ipek kumaşa elle yapılan 400den fazla pliseden oluşuyor.

Conde Nast yayıncılık Vogue dergisinin ilk sayısını Amerikada yayınlar. Vogueun ardından da Harpers Bazaar katılır. Vogue, günümüzde hala dünyanın en çok satan moda dergisidir.

1910 Chambre Syndicale de la Couture Parisienne kurulur. Halen aktif olan bu dernek couturier işçiliğini ve haute couture standartlarını korumak için çalışır. 

1912 Fransız tasarımcı Madeleine Vionnet, Pariste moda evini kurarak verev kesimi kullanan ilk couturier olur. Vionnet, Paul Poiret ve Coco Chanel ile birlikte korseye ilk karşı çıkan tasarımcılardandır.

1914-1918 yılları arasında 1.Dünya Savaşıyla birlikte çalışmak zorunda kalan kadınlar etek ve ceket ikilisini giymeye başlar. Profesyonel hayata katılan, özgürleşen, araba kullanan ve spor yapan kadınlar vardır artık.

[su_spacer]

1920ler

Vogue dergisinin popülerliğinin artmasıyla birlikte moda fotoğrafçılığı gelişmeye başlar. 20li yılların sonunda Cecil Beaton ve Horst P. Horst gibi fotoğrafçılar Vogueda boy göstermeye başlarlar.

Kadınlar gittikçe daha çok sporla ilgilenmeye başlar, bu ilgi rahat ve spor giyimin gelişmesine yönelik önemli adımların atılmasında etkili olur.

Dönemin en önemli akımlarından biri Flapper akımıdır.  Coco Chanel ve Jean Patou gibi tasarımcılar dönemin modern kadınlarını daha erkeksi bir silüete büründürür; The Garçonne Look ortaya çıkar. Modada kum saati silüeti yerine daha androjen, kıvrımsız bir silüet hakim olur. 

Coco Chanel moda dünyasında gittikçe daha çok söz sahibi olmaya devam eder. Zaman içersinde  küçük siyah elbise, etek-ceket tayyörleri, inci kolyeler, jarse kazaklar gibi moda dünyasına bir çok yenilik katan Chanel bu dönemi şekillendirecektir. 

20'li yıllarda moda ve sanat hiç olmadığı kadar kenetlenirler. Sürrealizm, fütürizm, L'Art déco (Arts Décoratifs kısaltması) ev dekorasyonundan giyime ve sanata, her yönüyle tamamlanan bir yaşam stili yaratırlar.Futurizm 1920’lerde İtalyan modasını da etkisi altına alır. Paris’te Schiaparelli ve Chanel Sürrealist ve Cubistlerle etkileşim içindedir.

1921 Guccio Gucci deri aksesuarlar ve seyahat çantaları ürettiği markası Gucci'yi kurar.

1927 Elsa Schiaparelli ilk butiğini açar. Schiaparelli, Salvador Dali gibi sürrealist sanatçılarla işbirliği yaparak dönemin modasına yön verir. Giysilerde fermuarı ilk kullanan ve tarihte gördüğümüz ilk moda tasarımcısı- sanatçı işbirliğini yapan( Dali- Schiaparelli) kişidir

1929  Wall Streetde yaşanan ekonomik çöküntü sonrası ucuz kıyafete olan talebin artması üzerine seri üretime/hazır giyime geçiş hızlanır. Büyük buhran başlar. 1930’larla birlikte fabrikalarda seri üretim artmaya başlar.

[su_spacer]

1930-1940

1930 30lu yıllarda Amerikan sinemasının altın çağıyla birlikte moda dünyasında Joan Crawford, Marlene Dietrich gibi film yıldızlarının etkileri görülmeye başlanır. Sinema ve sinema yıldızlarının modaya etkisi önemli boyutlardadır.

1931 Gabrielle Coco Chanel Deauvillede ilk butiğini açar.

1933 Tenisçi Rene Lacoste krokodil amblemi koyduğu polo t-shirtleriyle moda dünyasına girer. Lacoste, tarihte ilk defa kendi logosunu tasarımı üstünde uygulayan marka olur. 

1935 DuPont fabrikasında ilk naylon örneği üretilir. 60lı yıllarda ön plana çıkacak olan naylon bu şekilde endüstrileşme serüvenine başlar.

1937 Cristobal Balenciaga Paris'te butik açar

1939- 40 2. Dünya savaşı başlar. Parisin işgaliyle bir çok couturier işlerini durdurmak zorunda kalır. Almanya Paris'teki modacılara Berlin'e taşınmaları için baskı yaparken, Avrupa'ya seyahat edemeyen satın almacılar Amerika'da kendi moda ürünlerini üretmek için kolları sıvarlar. 

2. Dünya Savaşının başlamasıyla işgal altındaki Parise gidemeyen Amerikalı satın almacılar sayesinde Amerikalı moda tasarımcıları çıkış yapmaya başlar ve Amerikada seri imalata geçilir. Fransız couture’ü yerine Claire McCardell gibi Amerikan tasarımcılar, daha rahat, spor giyime ve günlük giyime yönelik kıyafetler tasarlarlar. Böylece Amerikan stili kendini göstermeye başlar. 

Savaş dönemi Avrupanın pek çok yerinde kumaş kısıtlamaları nedeniyle moda rasyonel ve karamsar bir hal alır, kadınların iş gücünde olması nedeniyle pratik, maskülen tasarımlar ve ucuz kumaşlar kullanılır. Malzeme kıtlığı "Make Do and Mend" akımını ortaya çıkarır.

1941 İlk ticari polyester (terylene) üretilir. DuPont 1946 yılında polyesterin yasal haklarını satın alır. Sonrasını biliyoruz..

1943 New York moda haftası başlar. 

1945 Savaş sonrası Paris'te modanın yeniden doğuşunu müjdelemek ve Paris'li haute couture evlerinin hünerlerini sergilemek amacıyla bir gezici moda tiyatrosu olan Théâtre de la mode dünya turuna başlar. Bu tiyatroda ünlü Paris couture tasarımcılarının kreasyonları minyatür modellere giydirilmiştir. Modeller aksesuarlar dahil olmak üzere mükemmel bir şekilde hazırlanır ve Paris modasını tanıtmak için dünya turuna çıkarlar. Sonbahar Kış 2020-21 koleksiyonunda Maria Grazia Chiuri minyatürlerden oluşan bir koleksiyonla bu tarihi olayı kutlamış ve ustası Christian Dior'a saygı duruşunda bulunmuştur.[su_spacer]

[su_spacer]

1946 5 Temmuz 1946'da Fransız tasarımcı Louis Réard Paris'in ünlü Molitor havuzunda ilk iki parça mayoyu (bikini) dünyaya tanıtır.

1947  Savaş ve savaş dönemi kısıtlamalarının bitmesiyle Christian Dior "New Look"u tanıtır. Savaş sonrası Parisi yeniden canlandıran Dior, bol miktarda kumaş kullanarak kum saati silüetiyle oluşturduğu yeni moda akımı moda dünyasında köklü değişikliklere neden olur. 1800lü yılların silüetlerinden referanslar alan Dior korseleri canlandırır. Kadınları yeniden dar silüetler içine sokan Christian Dior beğeniler kadar eleştirilere de maruz kalır.

[su_spacer]

moda zaman tüneli

[su_spacer]

1950LER

1951 Marlon Brando, aslında fanila gibi bir çeşit erkek iç giyim parçası olan t-shirtleri dışarıda giyerek, bugünkü t-shirt kavramının doğmasına sebep olur.

Edwardian tarzı bir stil ve rockn roll müziğin birleştiği İngilterede Teddy boys alt kültürü oluşur. 

1954 Christobal Balenciaga bele oturan, volümlü etekli silüeti ve İspanyol ilhamlı bolero ceketleri ile 50li yılların vazgeçilmez isimlerinden olur. 

1955 Londrada Kings Roadda butiği Bazaar'ın kapılarını açan Mary Quant, moda dünyasına birçok yenilik getirir. Gençleri modanın odak noktası yapıp, modayı bir iletişim aracı olarak kullanmayı bilen Quant, mini eteğin yaygınlaşmasında da etkili olmuştur. Mini eteği Quant mı Courreges mi icat etti sorusu modanın en tartışmalı konularından biridir.1957 Christian Dior'un vefatıyla genç Yves Saint Laurent onun yerine Dior'un başına geçer

1958 Lycranın icadı

50lerin sonu 60ların başıyla birlikte moda dünyası gençlik ve alt kültürlerin etkisi altında kalmaya başlar. James Dean ve Marlon Brando gibi aktörler isyan, deri ceket, denim pantolon gibi öğeleri moda dünyasına getirirler.

[su_spacer]

1960'lar

Londra moda dünyasında öne çıkmaya başlar. Beatles ve rockn roll alt kültürlerinin etkisiyle Londra sokak modasının öncü şehirlerinden olur.

1960 Pierre Cardin adını birçok farklı ürüne lisans çıkaran ilk marka olur aynı zamanda da ilk hazır giyim koleksiyonunu oluşturur.

1962 Dior moda evinden ayrılan Yves Saint Laurent Paris'te ilk koleksiyonunu sunar. YSL 1966 yılında hazır giyim koleksiyonu çıkarır ve Saint Laurent Rive Gauche butiğini açar.

Vogue İtalya 1962’de Novita’ dergisinin Conde Nast tarafından satın alınması ile yayın hayatına başlar.

1964 Uzay çağından ilham alan André Courrèges, geometrik desenler ve kesimlerin kullanıldığı koleksiyonunu çıkarır. 1969'da aya ayak basılmasıyla birlikte ay ve uzay teması güçlenerek modayı etkileyecektir.1965 Yves Saint Laurent en ünlü tasarımlarından biri olan Mondrian Dressi tasarlar. Karl Lagerfeld Fendi'nin kreatif direktörü olur.1966 Yves Saint Laurent kadınlar için Le Smokingi tanıtır. Türkçede “smokin” olarak andığımız bu ceket-pantalondan oluşan takım, ingilizcede ise “tuxedo” olarak biliniyor.Tüketim topluluğu ve pop kültürden ilhamla oluşan Pop Art akımı sanatta olduğu kadar moda dünyasında da etkili olmaya başlar.16 yaşındaki model Lesley Hornby takma adıyla Twiggy moda dünyasında yeniden zayıf, cinsiyetsiz, çocuksu ve kıvrımsız bir görünümü popüler yapar. Twiggy 60'ların ve tüm zamanın en çok tanınan moda ikonlarından olur.1967 İtalya'nın moda başkenti olan Floransa’nın yerini Milano’ya devretmesine neden olan olay gerçekleşir. Missoni defilesinde Ottavio ve Rosita Missoni defileden dakikalar önce mankenlerin iç çamaşırlarının göründüğünü farkederler. Fakat artık üstlerini değiştirmek için çok geçtir. Mankenler bu şekilde defile yapınca bu cesur fikir basın ve satın almacılar tarafından heyecanla karşılanır. Fakat Missoni bir sonraki sene Palazzo Pitti’de moda haftasına davet edilmez. Bunun üzerine Ottavio ve Rosita Milano’da kendi defilelerini yapmaya karar verirler. Diğer Milano’lu tasarımcılar da onları takip edince Milano Moda Haftası Floransa'nın yerini alır.

1968 Amerikada Calvin Klein lüks kumaşlardan rahat, günlük kıyafetler yaratarak çıkış yapar. Aynı dönemler de Ralph Laurende kendi erkek giyim koleksiyonunu çıkarır. Daha sonraları kadın giyim koleksiyonuna da giren Lauren preppy look dediğimiz kolejli stilinin öncülerinden olur.

Vietnam savaşıyla birlikte savaşı protesto eden gençler hippie akımını başlatır. Tüketim topluluğunu reddedip, çevre sorunları ve dünya barışıyla ilgilenen hippieler hem döneme ilham veren altkültürlerden olmuşlardır hem de halen etnik tarzlarıyla günümüz modasına ilham vermektedirler. 

Mods altkültürü İngilterede ortaya çıkar. Mods akımı Teddy Boys'un devamı niteliğindedir. "Mod" modern kelimesinin kısaltması olarak kullanılır ve dönemin varlıklı, modaya meraklı, eşitliği önemseyen gençleri arasında yayılır. Mods'lar androjen bir tarzı benimserler. Modayı kullanarak bağımsızlık ve özgürlük temasını savunurlar.

[su_spacer]

[su_spacer]

1970LER

60'lardan 70'lere geçerken hazır giyim git gide daha ulaşılır oluyordu. Sentetik kumaşların kullanımı modayı daha ucuz hale getirmişti. Bu dönemde hippie etkisi hala devam ederken, disco akımı, gece klübü estetiği ve 80lere yaklaşırken atletik giyim etkili oldu.Moda şehirleri arasında etkisi daha kısıtlı olan Milano, 70’lerin başında yeni hazır giyim ve tekstil başkenti haline geldi. Genç ve yetenekli tasarımcılar yetiştirmeye başladı. Bunlardan biri ”Genny” markası için tasarım yapan Gianni Versace diğeri de aslında görsel düzenlemeci olarak iş hayatına atılan Giorgio Armani idi. Milano İtalya’nın diğer şehirlerine göre hem yetenek hem de altyapısıyla öne çıktı.1973 Paris'te 1700'lerin başından beri couture sunumları gerçekleşse de kabul edilen ilk resmi Paris Moda Haftası Ekim 1973'te yapıldı. The Battle of Versailles olarak bilinen bu etkinlik Versailles sarayının renovasyonu için bağış toplamak amacıyla düzenlenmişti. Defileye Amerikalı ve Fransız tasarımcılar katılmış ve kreasyonlarını yarıştırmışlardı. Netflix'deki Halston belgeselinde bu etkinlikten kesitler görüyoruz.[su_spacer]https://www.youtube.com/watch?v=XWg4Dqs-f_s[su_spacer]
1971 The Rolling Stones'un solisti Mick Jagger'ın Bianca Jagger ile tanışması ve ikilinin evlenmesinin ardından tüm zamanların en önemli stil ikonu çiftlerinden biri oluştu.Bianca Jagger dönemin en önemli akımlarını etkilerken, Studio 54'le ve tasarımcı Halston'la özdeşleşen bir stil ikonu haline geldi. Evlilikleri 1978'de bitse de bu ikili moda tarihine damgalarını vurdu.

Glam akımı ve alt kültürüyle birlikte Mick Jagger, David Bowie, Marc Bolan gibi isimler gibi dönemin rock isimleri parlak kumaşlar, makyajlar, tüyler ve feminen bir çok öğeyi kullanarak 20. yüzyıldaki maskülenlik kavramını sorgulatmaya başladılar.

1974 Giorgio Armani kendi adıyla ilk defilesini Floransa'da Palazzo Pitti'de yapar. 1975'te erkek koleksiyonuyla başlayarak 1976'da kadın koleksiyonunu sunar. Armani hem gözleri Milanonun üzerine çevirir hem de italyan terziliği ve işçiliğini dünyaya tanıtır. 1980'de American Gigolo filminde Richard Gere'i giydirerek Hollywood'a başarılı bir giriş yapar.

1970lerin ortasında Londra'da punk akımı başgösterir. Dönemin ekonomik burhanının gençlerde yol açtığı bunalım ve gerginliğe bir tepki olarak doğan Punk aslında bir çeşit gençlik protesto akımıdır.

1974 Vivienne Westwood ve Malcolm McLaren'in Londra'da birlikte açtığı SEX adlı mağaza Punk akımının öncüsü olur. Punk stili dar siyah pantolon, siyah deri ceket ve Doctor Martins botlarla simgelenir. Giysiler yırtık veya iğneler, zımbalarla süslenmiştir. Slogan tişörtler çok modadır. Bu dönemde The Sex Pistols punk modasını popüler kılar ve hayranlarının evlerinde kendi giysilerini yaratmasına neden olur. Punk’ın dağılmasıyla birlikte Londrada New Romantics alt kültürü oluşmaya başlar. Eski punkçıların, bu akımın anarşik ruhundan sıkılıp daha teatral kostümlere ve renkli makyajlarala birleşen New Romantics, David Bowie gibi isimlerin üzerinde odaklanır.[su_spacer]

1980ler

1980 Azzedine Alaia ilk hazır giyim koleksiyonunu sunar. 802li yıllara damgasını vuracak olan tasarımcı vücudu saran, dar kalıplı elbiseleri ve örgü kumaşları kullanmaktaki başarısıyla öne çıkar. Alaia müşterileri arasında Naomi Campbell, Madonna, Rihanna, Lady Gaga, Michelle Obama gibi isimler vardı.1981 Moda dünyasında gözler Japon tasarımcılara çevrilir. Yohji Yamamoto ve Rei Kawakubo gibi tasarımcılar avant-garde tasarımlarıyla Paris'te çıkış yaparlar. Kenzo Takada 1970'lerden beri tanınan bir tasarımcıydı ama yeni jenerasyonun gelmesiyle Japon stili Paris'i etkisi altına aldı.  

Belçika’da Antwerp şehri moda dünyasında yükselişe geçer. Şehirdeki Royal Academy of Fine Arts’ın mezunlarından Dries Van Noten, Dirk Bikkembergs ve Ann Demeulemeester gibi tasarımcıların içinde bulunduğu ünlü Antwerp Altılısı ve Martin Margiela moda dünyasına yeni bir soluk getirir. 

1983 British Fashion Council kurulur. Karl Lagerfeld Chanelin kreatif direktörü olur. Lagerfeld göreve geldiği ilk sene markanın satışlarını artırmayı başarır.

1984 Katherine Hamnett Choose Life isimli t-shirt koleksiyonunu çıkararak moda dünyasında slogan t-shirtleri kullanmaya başlar. Hamnettin oluşturduğu tshirt koleksiyonunda çevre sorunlarından dünya barışına kadar pek çok konuya değinilir. Londra moda haftası başlar.

Aynı tarihlerde Donna Karan, modern Amerikan kadınından ilham aldığı pratik tasarımlarıyla moda dünyasına girer.

1985 Sicilya kültürü ve feminenliği birleştiren Dolce& Gabbana ilk koleksiyonunu sunar.

1987 Christian Lacroix Pariste couture evini kurar

1988 Anna Wintour Amerikan Vogue'un editörü olur

1989 Prada kadın giyim koleksiyonunu satışa sunar

[su_spacer]

1990lar 

Supermodel kavramının doğduğu dönemdir. Cindy Crawford, Kate Moss, Naomi Campbel, Linda Evangelista gibi isimler giysilerin önüne geçerek ikonlaşırlar, tasarımcılarla işbirlikleri yapmaya başlarlar.

10.000 dolardan aza sabah yatağımdan kalkmam.Linda Evangelista

1991 – Rifat Ozbek New Age koleksiyonunu sunar. Dönemin abartılı moda akımları düşünüldüğünde Özbek'in koleksiyonu bir nevi anti-moda akımıdır. Beyaz, sakin bir koleksiyonla spiritüelliğe çağrı yapar. Spor giyimi yorumlar ve sokak stilinden ilham alır.  Rıfat Özbek dönemin ruhunu (zeitgeist) çok iyi okuduğu için alkışlanır.Aynı dönemde Nirvana “Smells Like Teen Spirit” single albümünü çıkarır ve“grunge” etkisi başlar. 2019 yılında Kurt Cobain'in MTV Unplugged konserinde giydiği hırka 334.000 dolara satıldı.1992 Central Saint Martinsden mezun olan Alexander McQueen kendi markasıyla moda dünyasına giriş yapar. 

1994  Tom Ford, Guccinin başına geçerek Gucci'yi moda dünyasının en etkili markalarından biri yapar.

1995 1993'te Central Saint Martins'de mezuniyet koleksiyonunu sunan Hussein Chalayan 1995'te bir tasarım ödülü alarak kendi adı altında ilk koleksiyonunu hazırlar. İlk defilesinde manken olarak Björk'ü giydiren Chalayan bu  başlangıcın ardından moda ve teknolojinin birleştiği başarılı koleksiyonlar yapmaya başlar.  

1996  John Galliano, Diorun başına geçer.

1997 Fendi Baguette modelini piyasaya sürer. Baguette "it bag" kavramının ilklerinden biridir.Gianni Versace Miami'deki evinin önünde öldürülür. Donatella Versace onun yerine Versace'nin başına geçer.1998 Helmut Lang koleksiyonunu bir defile yerine websitesinde yayınladığı bir dijital showla sundu. İlk defa bir defile online yapılmış oldu.1999 İlk online moda dergisi Ntouch London College of Fashion tarafından kuruldu2000 Natalie Massenet ailesinin ve arkadaşlarının yardımıyla lüks moda e-ticaret sitesi Net-a-porter'yi kurdu.

Devamını Okuyun

Cazibesine Dayanamadığımız Gucci Horsebit Makosenin Hikayesi*

[su_spacer]*Bu yazı bir tercümedir."House of Gucci"  hoşunuza gitsin ya da gitmesin, Ridley Scott'un yönettiği film Floransa'lı markanın özellikle horsebit makosen modelinin cazibesini karşı konulamaz hale getirdi. Kanıt olarak birkaç haftadır e-ticaret platformlarında vintage Gucci parçalarının yaşadığı patlamayı gösterebiliriz. Bu platformlardan biri Vestiaire Collective, platform satışa konulan Gucci ürünlerin sayısında yüzde 80 artış kaydetmiş. En çok aranan parçaların arasında ise monogramlı şapka, Horsebit 1955 ve Jackie model çanta var, fakat genel olarak markanın aranılırlığı yüzde 25 artmış. Bu artış özellikle Tom Ford-Gucci anahtar kelimelerinde yüzde 40'a kadar varmış.Vestiaire Collective 11 milyondan fazla kullanıcısının 3 milyon ürün ve 10.000 marka arasından satın alma eğilimlerini analiz etti ve filmin çıkışının anons edilmesiyle birlikte Gucci performansında ciddi bir artış farketti. Şaşırdık mı? Hayır. Bu mekanizma kendini sürekli yeniliyor. Nitekim James Bond No Time To Die filminden sonra Omega saatlerin arama rakamlarında yüzde 28, Tod's çantalarda ise yüzde 90 artış oldu. Dune etkisinde ise Timothée Chalamet nin giydiği model pelerinin aramalarında yüzde 35 artış görüldü. Sonuç olarak sinema modayı etkiliyor ve tabii ki tam tersi de geçerli.

Tarih Yazan Bir Makosen

House of Gucci'de Maurizio Gucci rolündeki Adam Driver'ın ayağında gördüğümüz makosen Gucci moda evinin tarihini yazdı ve halen bugün markanın en ikonik ve en çok arzulanan parçalarından biri olarak koleksiyonlarda yer alıyor, sezondan sezona yenileniyor. Peki bu ürünün güçlü yanı ne? Mutlaka ki lineer ve sade formu, iddiadan uzak görünümü onu hem erkek hem kadın gardırobunun cinsiyetsiz bir parçası haline getirdi.Peki ya Horsebit makosen nasıl ortaya çıktı?Horsebit makosenin doğuşunu Gucci'nin kurucusu Guccio Gucci'nin oğlu Aldo Gucci'ye borçluyuz. Aldo Gucci 1953'de markanın ayakkabı sektörüne girmesi gerektiğine karar verdi ve sektöre giriş yapmak için seçilen ürün bir unisex makosendi. Deri veya süet versiyonunda, atçılıkta kullanılan ve atçılık profesyonellerinin "horsebit" diye tanımladığı koşum ve dizginlerden ilham alan metal tokasıyla ünlü Gucci makoseni.  Bu ikonik sembol 60'lı yıllardan itibaren markanın birçok ürün kategorisinin vazgeçilmezi oldu. Çantalar, kemerler, mücevher ve saat koleksiyonları ve tabii ki fular ve kravatlar bu sembolle piyasaya sürüldü. Ünlü makosene geri dönersek, Aldo Gucci'nin fikri mükemmel bir başarı hikayesine vesile oldu. Sektöre girmek için yapılan bir deneme niyetiyle piyasaya sürülen ürün büyük bir klasiğe dönüştü. O kadar ki 1985 yılında moda tarihindeki önemini kanıtlarcasına Metropolitan Museum New York'un kalıcı koleksiyonuna girdi.

Aktörlerin Ve Aktrislerin Tercihi

horsebit mokasenDustin Hoffman Gucci makosenleri Kramer Kramer'e Karşı'da giyiyordu90'lı yıllarda ise sıra Madonna'ya geldi. Madonna MTV Music Awards sahnesine Tom Ford tasarımı olan siyah rugan makosenleriyle çıktı. Yıl 1995'ti ve Madonna Take a bow ile ödül almıştı.Brad Pitt'in  Fight Club'daki unutulmaz karakteri Tyler Durden da Gucci Horsebit giymişti.Gucci Horsebit makosenlerin Matt Damon'ın Yetenekli Bay Ripley filmindeki tarzının da parçası olduğunu unutmayalım.Günümüzde ise makosenleri ASAP Rocky ve Alessandro Borghi gibi ünlülerin ayağında görebiliyoruz.Gucci Horsebit'in zamanı hiç geçmeyecek gibi. Yazının orijinali için aşağıya tıklayın:https://www.gqitalia.it/moda/article/gucci-mocassino-storia-foto 

Devamını Okuyun

Orsola de Castro'yla Omuz Omuza Modayı Onarmak

[su_spacer]Dünyanın en yaygın moda aktivizmi hareketi olan Fashion Revolution’ın kurucularından Orsola de Castro ateşli bir aktivist. Konuşurken ses tonunun yükselip alçalışları, beden dilinin canlılığı ve bazı sözcükleri üstüne basa basa söyleyişi içinin kıpır kıpır olmasıyla ilgili. Bu coşkulu halinin, toplumda değişim yaratma isteği ve inancına bağlı olduğunu düşünüyorum. Hem sözünü ettiğim bir liderlik vasfı değil. Anlatımında “Hadi gel koluma gir; hep beraber dünyayı dönüştüreceğiz,” tavrı seziliyor.De Castro’nun dayanışmacı ve mücadeleci ruhu, kısa süre önce yayımlanan Loved Clothes Last: The Joy of Repairing, Rewearing and Caring for Your Clothes adlı kitabında da kendini gösteriyor. Ona kulak verdiğinizde moda sistemini değiştirmek için harekete geçmeniz an meselesi.   Sizi bu kitabı yazmaya iten ne oldu? İnsanlara modayı deneyimlemenin ve giysileri sevmenin başka yolları olabileceğini mi göstermek istediniz? Evet, tam olarak bunu yapmak istedim. Bir edebiyat ajanı Instagram’dan benimle iletişime geçip giysilerin onarımı hakkında bir kitap yazmaya sıcak bakıp bakmadığımı sorana dek bu konu hiç aklımda yoktu. Doğrusunu isterseniz onarma konusunda çok da kötüyüm. Bu yüzden ona nasıl onarım yapılacağını değil de, neden onarım yapılması gerektiğini anlatan ve bunu gerekçelendiren bir kitap yazmayı önerdim. İşte her şey böyle başladı. Sürdürülebilir modayla değil, modayla ilgili bir kitap olmasını istedim. Benim için moda, giydiklerimizden çok daha büyük bir mesele. Moda, tarih demektir; miras demektir. Feminizmle, ırkçılıkla ve sömürüyle ilişkilidir. Giysilerin onarımının nasıl yapılacağının yerine, neden yapılması gerektiğini anlattığınızı söylediniz. Bununla beraber moda endüstrisinin işleyişindeki aksaklıkları ve sömürü düzenini de ele aldınız mı?Elbette. Kitap daha ziyade sistemin onarımı üzerine. Her bölüm giysilerin onarımı, bakımı ve yıkanması hakkında tavsiyeler içeriyor. Kitabın ikinci kısmıysa tamamen politika, aktivizm ve çevrecilik temalarının etrafında dönüyor. Herkes oturup giydiklerini onaramaz. Kimileri belediyeyle beraber lobi faaliyeti yürüterek, yaşadığı yerde onarım tesisleri oluşturabilir. Kimileri çocuğunun okulundakilerle konuşarak, öğrencilerin kıyafetlerini onarmayı öğrenmelerini sağlayabilir. Dolayısıyla konu, sizin jean’inize ne yapabileceğinizle değil, toplum olarak herkesin jean’ine ne yapabileceğimizle ilgili. Öyleyse bireyseldense kolektif bir eylemden söz ediyorsunuz.Bence bireysel olanı keşfettikten sonra kolektife varıyoruz. Yani önce kendimizle başlayıp ardından müşterek sorunlara doğru hareket ediyoruz.Orsola de castroKitabınızda otobiyografik öğeler de var. Biraz onlardan bahseder misiniz?Kitabı yazmaya başladığımda ailem ve tasarımcılık kariyerimle ilgili bölümler kendiliğinden ortaya çıktı. Bunların sadece ilk taslakta yer alacağını, editörüm okuyunca hepsinin çıkarılacağını düşünmüştüm. Gelin görün ki hiç öyle olmadı. Sonunda kişisel yolculuğumun insanlar için daha ilgi çekici olacağına inandım. Çünkü yolculuğum pek o kadar politik değil. Tasarımcılıktan aktivistliğe uzanan yolu yavaş yavaş aldım. Günün birinde gözünü açıp dünyayı değiştirmeye karar verenlerden değilim. Bireysel düzlemde giysilere yaklaşımınızı değiştiren bir dönüm noktası oldu mu? Yıllar içinde giysilerle kurduğunuz ilişki değişti mi?Hiç değişmedi. Sabahtan akşama kadar kıyafetler üzerine konuşabilirim. Onlara bayılıyorum. Oldum olası kıyafetleri kesip biçmeyi ve değiştirmeyi severim. Kuzenlerim, en yakın arkadaşım, kızlarım ve oğlumla kıyafet değiş tokuş etmek çok hoşuma gidiyor. Kitabınızda ailenizin bir Noel geleneğini anlatıyorsunuz. Anneniz ve teyzenizin öncülük ettiği bu geleneğe göre, Noel alışverişi yerine Noel takası yapıyordunuz. Aktivistliğinizi ailenizdeki kadınlardan mı aldınız acaba?Yüzde yüz. Elbette onlar bunu aktivizm bilinciyle yapmıyorlardı. Yine de her açıdan onların bir mahsulü olduğumu düşünüyorum. Venedikli atalarım, 15. yüzyılda Venedik’e geldiklerinde ipek taciri olarak çalışmışlar. Teyzem terziydi; annem giysileri söküp yeniden dikerdi; anneannem tığ işi örerdi. Sahip olduğumuz giysileri ve aksesuarları birbirimize verdiğimiz Noel takasımız çok meşhurdu. Yalnız misafirimiz olduğunda ve onlar hediyelerin ikinci el olduğunu fark ettiklerinde bizim deli olduğumuzu düşünürlerdi. Aile yadigârları gençken de cazip geliyor muydu size? Genellikle gençliğimizde yeni giysiler giymeye ve son modayı takip etmeye daha çok önem veririz.Anne tarafım pek çok açıdan oldukça eksantrik ve orijinal. Onun için yetiştirilme tarzım hiç geleneksel değildi. Mesela gıcır gıcır bir Barbie bebeğim olmadı hiç. Canım yeni bir Barbie çekmişti elbette. Çekmez olur mu? Ancak farklı yetiştirilmenin bir şans olduğunun cidden farkındaydım. Büyük teyzemin çok sevdiğim bir broşu vardı. On altı yaşımdayken takaslarımız sırasında o broşa sahip olduğumda nasıl mutlu olduğumu hatırlıyorum.Georgia de Castro KeelingModa artık çoğunlukla alışveriş yapmaktan ve yeni üst baş almaktan ibaret hale geldi. İnsanların moda algısını nasıl değiştirebiliriz? Sizce kitabınız bu konuda ne tür bir rol oynayacak?Hem hızlı moda markalarının hem de seri üretim yapan lüks markaların, tüketicinin karşısında daha güçlü bir pozisyona geçmesinin bir miladı var. Hepimiz katakulliye geldik. Benim kadar uzun süredir moda dünyasında çalışanlar buna ilk elden tanık oldu. Bunun özellikle reklamla ve iletişimle değiştiğini biliyoruz. Kültürel bir şey var ortada. Ancak bu kültür değişmeye başladı. Mesela kızlarımın kuşağındakiler için ucuza aldıkları bir kıyafeti birkaç defa giyip Depop’ta satmak gayet normal. Moda algımızı değiştirmenin tek yolu, markaların bize yaptığının aynını onlara yapmak. Ne yaptılar peki? Kasten estetiği değiştirerek, el yapımının güzelliğinin ve nadir olan bir şeyin kalitesinin yerine parlak ve yapay olanı koydular. Bunu iletişim, pazarlama ve üretim sayesinde bile bile gerçekleştirdiler. Çok doğru bir noktaya değindiniz. Lüks markalarda dahi son 10-15 yılda kalitenin değiştiğini görebiliyoruz aslında.Buna yürekten katılıyorum. Kitapta Gucci çantalarımı anlattım. Annem ve anneannemden miras kalan kırklı ve ellili yıllara ait Gucci çantalarımın yanında, doksanlarda evlendiğimde bana hediye edilen bir model var. Doksanlardakini ilk edindiğimde içinin fotoğraflarını çekip markaya göndermiştim. O zamanlar sosyal medya yoktu tabii. Onlara elimdekinin bir Gucci çanta olmadığını, anca pinti bir Gucci çanta olabileceğini söyledim. Anneanneminkinin içinde dört cep, bir zarf cep, kalem ve ruj gözü var. Anneminki gece çantası. Onun dışı tamamen el yapımı, astarı saten ve iki iç cebi var. Artık böyle çantalar üretilmiyor.  2013’teki Rana Plaza faciasının ardından Carry Somers’le birlikte kurduğunuz Fashion Revolution bugün dünyada 92 ülkede faaliyet gösteriyor. Moda konusunda toplumsal farkındalığı artırdığı halde anti moda bir duruşu yok. Bu sayede, sürdürülebilirlik ve tekstil işçilerinin çalışma koşulları gibi konularda insanları bilinçlendirebiliyorsunuz. Fakat aynı zamanda hızlı modaya bağımlılık, haddinden fazla üretim ve tüketim de artıyor. Bu şartlar altında mücadele vermek sizi zorluyor mu?Hayır zorlamıyor. Ne yalan söyleyeyim her şeyin çok çetrefil olduğunu düşündüğüm dönemin sonuna geldim artık. Çünkü o kadar da çetrefil değil. En zoru insanları durdurup düşündürmek. Ortada sömürüye dayalı, çevre kirliliği ve sosyal adaletsizlik konularında adı çıkmış bozuk bir sistem var. Esas itibariyle moda bu. El işi, miras ve endüstriyel zanaattan söz etmiyorum gerçi. Seri üretimin pazarlanması, bizlere aşırı tüketim ve harcama yaptırmak üzere kurgulandı. Sudan ucuz kavramının ortaya çıkması, bizim ödemediğimizin bedelini başkasının ödediği anlamına geliyor. Yani, doğa ve kıyafetlerimizi üretenler ödüyor bu bedeli. Şimdi yapmamız gereken, sisteme bakıp her şeyi sil baştan tasarlamak. Emin olun sandığınız kadar zor değil bu. Her şeye eşitlik perspektifinden bakarsanız zor olmadığını göreceksiniz. Mesela markaların CEO’ları ve sahipleri daha az para kazanmalı. En üsttekilerle en alttakiler arasında daha dengeli bir ilişki yaratılmalı. Sırf bu bile pek çok sorunu çözmeye yeter.  CNN’e yazdığınız bir yazıdan alıntı yapacağım. Şöyle diyorsunuz: “Toplumumuzdaki derin eşitsizlik, haysiyet ve adalet eksikliği, ortaklaşa kullandığımız çevremizin korunması ve yenilenmesi konusunda kendimizi eşit ölçüde adamamızı önlüyor. Sürdürülebilirlik ve çevre hareketlerinin çoğu benim gibi beyaz, ayrıcalıklı, iyi niyetli kimselerin alanı olarak kalıyor.” Bunu dürüstçe ifade etmenizi çok gerçekçi buldum. Peki modadaki tüm sorunların kaynağının eşitsizlik olduğunu söyleyebilir miyiz?Esasında eşitsizliğin her konudaki sorunların kaynağı olduğunu düşünüyorum. Hatta bunu bir adım daha öteye taşıyarak asıl sorunumuzun patriyarka olduğunu iddia edebilirim. O zaman hem patriyarkayı hem kapitalizmi yıkmamız şart.Kesinlikle. Ben öfkeli bir feministim. Tüketicilere sınırsız seçenek sunan sistem, şimdi onlardan sürdürülebilir seçimler yapmalarını istiyor. Bu da akla, sürdürülebilirliğe bir trend muamelesi yapılıp yapılmadığı sorusunu getiriyor. Öte yandan, bireysel tercihlere yapılan vurgu, tüketicileri sistemin kendisini sorgulamaktan alıkoyuyor olabilir mi?Markalar tüketici talebi deyip duruyorlar biliyorsunuz. Elli dört yaşındayım ve bu yaşıma kadar bir dünya politik protestoya katıldım ama binlerce insanın sokaklara dökülüp “Ucuz giysi istiyoruz,” diye slogan atarak eylem yaptığına şahit olmadım hiç. Bakın biz ucuz kıyafet talep etmedik. Bu kıyafetler bizim üzerimize yığıldı; biz de bunlara bağımlı hale geldik. Bunu alkolizm gibi düşünebilirsiniz. Dolayısıyla markalar, verdikleri bu zararı ortadan kaldırmakla yükümlüler. Özellikle ucuz kıyafet üreten markalar, mağazalarına ucuza onarım seçeneği koymalılar. Hem sürdürülebilir modayı savunup hem de inanılmaz boyutta üretim yapmaya devam ediyorlarsa başka türlüsü kabul edilemez. Modanın ve etik olmayan modanın kuralları üzerine yeniden düşünmeliyiz. Çünkü markaların sattığı ürünlerin yüzde 99’unun etik olmadığını söyleyebilirim. Pazarın yüzde 97’si aşağı yukarı 40 büyük markanın hakimiyetindeyken etik ve sürdürülebilir markaların görünürlük bariyerini aşıp keşfedilmeleri zor. Pandemiyi fırsat bilip pazarı değiştirmek için elimizden geleni yapalım. Her şeyden önce şu dinozorları kenara itelim ve küçük markalara yer açalım. Sizin de söylediğiniz gibi sektör büyük markaların kuşatması altında. Tüketici olarak bu markalarla nasıl mücadele edebiliriz?Hepimiz kim olduğumuza ve ne yaptığımıza bağlı olarak bir yol tutturuyoruz. Boohoo gibi ultra hızlı moda markalarından alışveriş yapan gençlerin, kıyafetleri söküldüğünde ya da eskidiğinde bunları onararak başkaldırılarını gösterebileceklerine inanıyorum. “Eteğimi seviyorum ama çabucak yıprandı. Yerine yenisini almak istemiyorum. Eteğimi daha dayanıklı yapmanızı veya onarmanızı istiyorum,” diyebilirler markalara. Instagram’da ve TikTok’ta binlerce genç bunu yaptığında markalar onları dinleyecektir. Bunun dışında, mesela nasıl farklı şekilde alışveriş yapabileceğiniz üzerine düşünmeye zaman ayırın. Bedeninize uyan giysi yerine, prensiplerinize uyanı arayın. Pandemi, tüm dünyada yapısal eşitsizlikleri su yüzüne çıkardı. Pandemiden sonra modanın geleceğine dair ne tür tahayyülleriniz var?Bana göre pandemideki en önemli kampanya, tekstil işçilerinin maaşları için mücadele veren Pay Up oldu. Markaların siparişleri iptal etmelerine ve tekstil işçilerini ortada bırakmalarına hepimiz tanık olduk. Bir yanda markaların milyarder sahipleri, bir yanda maaşını alamadığı için açlığa mahkum edilen işçiler. Apaçık bir adaletsizlik. Bu ciddi bir dönüm noktası oldu. İnsanların bunu unutmayacağını düşünüyorum. Bir başka önemli gelişme de Black Lives Matter hareketiydi. Gençler, ebeveynlerinin ve ailelerinin karşısına dikilip, “Sen bana doğruyu öğretmemişsin. Bu kişi ırkçıymış,” dediler. Daha iyi bireyler olmak için gerçek bilgiye ihtiyaçları olduğunu gördüler. Giysiler konusunda da herkes bu tutumu benimsese sorunumuz sona erer. Çünkü insanların ve doğal kaynakların sömürülme oranını anladıkları anda alternatif arayışına girmeleri kuvvetle muhtemel. Pandemiden sonra gerçek bilgiye duyulan açlığın belirleyici olacağını düşünüyorum. 

Devamını Okuyun

İçindeki Çocukla Barışık Bir İllüstrasyon Markası: Rumisu

 İstanbul doğumlu iki kız kardeş olan Deniz ve Pınar'ın kurduğu desen ve illüstrasyon markası Rumisu dört yaşında. Deniz ve Pınar, ortak tutkuları olan tasarım, illüstrasyon ve el emeğini, etik üretim prensipleriyle birleştirerek Rumisu'yu yarattılar.  Bu süre içinde Rumisu'nun gelişimini heyecanla takip ettik ve başarısından ilham aldık.Tasarım markaları her zaman yaratıcılarının kişiliğinden ve tutkularından etkilenir. Çoğu zaman markayı da bir kişi gibi sever, hissederiz. Rumisu da bu markalardan biri. Hepimizi sıcaklığıyla ve samimiyetiyle etkileyen Rumisu'nun hikayesini, onun yaratıcılarından dinlemek istedik. Ayrıca moda girişimcileri için tüyolar da aldık!

 Marka kurmak bitmeyen bir maraton gibi 

 

Genelde kronolojik gidilir ama ben markanızın şu anki resmini çizerek başlamak istiyorum. Bugün Rumisu nasıl bir marka? Neler başardı?

Rumisu bu sene 4. yaşına girdi, halen hızla büyümekte olan ‘çocuk’ bir marka aslında.   Zaten biz Rumisu’yu rengarenk, ve içindeki çocukla son derece barışık bir marka olarak görüyoruz.  Şu anda 16 farklı ülkede, yaklaşık 50 satış noktasında bulunan niş bir desen ve illüstrasyon markasıyız.  Desenlerimizle yarattığımız hikayeleri farklı boyut ve materyallerde fularlar üzerine yerleştirerek takipçilerimiz ve müşterilerimizle paylaşıyoruz.

İki kardeş olarak birleşip kendi markanızı kurmaya sizi en çok motive eden şey ne oldu?

İllüstrasyona olan sevgimiz ve kendimizi bu görsel dille ifade etme isteğimiz Rumisu’yu şekillendirmemizde ve kurmamızda çok motive edici oldu.  Ayrıca abla kardeş bir takım olarak çalışma fikri de bizim için çok heyecan vericiydi.  Birbirini bu kadar iyi tanıyan, güvenen, seven, sayan bir ortakla yola çıkmak inanılmaz bir şans ve lüks.

Rumisu uzun bir süre tek ürüne odaklandı, bu sizin seçiminiz miydi? Neden eşarpları seçtiniz?

İllüstrasyonlarımızı ve desenlerle anlattığımız hikayelerimizi en esprili şekilde nasıl paylaşabileceğimizi düşünürken, büyük aksesuar-severler olarak, eşarbın kendimize çok uygun bir zemin olduğuna karar verdik.  Herkesin çok sevdiği, kolayca kullanabildiği, rahatlıkla risk alabildiği bir parçayla çalışmanın eğlenceli olacağını düşündük.İlk yola çıktığımızda, bizim çocuksu hikayelerimiz ve çılgın renklerimizle yarattığı kontrast hoşumuza gittiği için, aslında ‘çok yetişkin ve klasik’ bir ürün olan ‘ipek’ fulara odaklandık.  Biz kendimizi dev fularlarla sarıp sarmalamayı çok sevdiğimiz için tek bir dev ebat, -140 cm x 140 cm - seçtik.  Daha sonra, hem kendimiz merak ettiğimiz için hem de müşterilemizin yönlendirmeleriyle, hem farklı kumaşlarla, hem de farklı ebatlarla oynamaya basladık.  Tek bir ürün kategorisi içerisinde dahi sonsuz farklılık yaratmanın mümkün olduğunu gördük.Yine de Rumisu olarak kendimizi bir ‘illüstrasyon ve desen’ odaklı bir marka olarak gördüğümüz için, sürekli olarak çizimlerimizi başka hangi kanvaslara taşıyabiliriz diye araştırma yapmaktayız. 

Markanızı kurma aşamasında size verilmiş olmasını isteyeceğiniz tavsiyeleri paylaşır mısınız? Bugün başka girişimcilere faydalı olacağından eminim. 

Sanırım bu konuda oldukça şanslıydık.  Daha önceki hayat ve is deneyimlerimiz sayesinde, marka kurmanın uzun soluklu bir maraton olduğunu bilerek koşmaya başladık. Bugün bu deneyimin aslında ‘bitmeyen bir maraton’  olduğunun altını çizmek isteriz. Gelecekte bir gün ‘Markamızı kurduk, işimiz bitti, şimdi ayaklarımızı uzatabiliriz, dinlenebiliriz’ gibi bir cümle kuracağımızı düşünemiyoruz bile.Her gün yeni bir macera.  Her sezon yeni bir heyecan ve soru işareti.  Dünya her gün değişiyor, anlatılacak yeni hikayeler doğuyor.  Rumisu da değişen bu dünya içerisinde değişiyor ve gelişiyor. Değişen sosyal medya dünyasında sesimizi nasıl duyurup, hikayemizi/hikayelerimizi nasıl paylaşacağımıza karar vermek ve uygulamak sürekli bir yaratıcılık ve disiplinli yönetim gerektiriyor.Yine başlarken bildiğimiz, ama yaşadıkça ve çalıştıkça önemini daha da iyi kavradığımız konulardan biri ekip olmanın önemi oldu.   ‘Marka kurmak’ pek çok farklı işin aynı anda yürümesini gerektiriyor - tasarım, üretim, pazarlama, satış - ve bu konuların hepsi farklı yetenekler gerektiriyor.  Biz abla kardeş başladığımız için şanslıydık, ‘çekirdek bir ekip’le başlamış olduk.  Ama ekibimize destek veren, katılan başka ekip arkadaşlarımız olmadan bugün ulaştığımız noktaya varamazdık.   Ekip çalışmasının önemini ne kadar anlatsak az.

Siz sırayla hangi stratejik adımları attınız ve sizce işinize nasıl etkileri oldu?

Sosyal sorumluluk yönünü başından itibaren üretim sürecinin olmazsa olmaz bir parçası haline getirmemiz, ve ilk sezonumuzdan itibaren yurt dışı fuarlara katılmamız, bizim için önemli stratejik avantajlar oluşturdu.Yurt dışındaki buyer’lardan aldığımız yorum ve önerilerle kendimizi çok daha hızlı geliştirdik.   Bu fuarlar aracılığı ile edindiğimiz ivme, üretimimizin hem kalite hem adetler anlamında hızla artmasına imkan tanıdı.Sosyal sorumluluklarımıza, ve ‘Kadının Sürdürülebilir Ekonomik Kalkınması’  konusuna verdiğimiz önem de, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu müşteri kitlemiz tarafından markanın daha çabuk fark edilmesine ve benimsenmesine katkıda bulundu.

Size ders veren değerli bir hatanız oldu mu?

Hata değil ama ders olarak belki şunu paylaşabiliriz; ilk sezonumuzda her bir desenin farklı renklerle çalışıldığında ne kadar farklı dünyalar ortaya çıkabildiğini henüz keşfetmediğimiz için, o zamanlar daha çok desene ve hikayesine odaklandığımız için, ilk sezonda her bir deseni tek bir renk seçeneği ile çalıştık. Kısa bir süre sonrasında ise varyantlar dünyasında kendimizi kaybetmeye ve böylece müşterilerimize de daha zengin seçenekler sunabilmeye başladık tabii…Markanızın gelişiminde tasarım ve yönetimin önemini yüzdeye vursanız ne çıkar?Rumisu’yu tabii ki tasarıma ve illüstrasyona olan sevgimiz yüzünden kurduk.  Kendimizi bu şekilde özgürce ifade edebilmek, özgün olabilmemizi, kendi dilimizi oluşturarak binlerce marka arasında hem satın alma profesyonelleri hem de müşterilerimiz tarafından fark edilebilmemizi sağladı.  Bu yüzden Rumisu için tasarımın önemi çok büyük.Ama markamızın bugün geldiği yere gelmesini sağlayan, ve umarız ileride hedeflediğimiz noktalara ulaşmasını da sağlayacak olan, yönetimi için göstermekte olduğumuz hassasiyet ve titizlik oldu. Yönetimin önemini %90 olarak değerlendirirsek yanlış olmaz.  Netice itibari ile Rumisu olarak tasarladığımız ürünleri, gerektiği zamanlarda, en iyi kalitede hayata geçirilmiş olarak müşterilerimize sunamazsak Rumisu çok kısa sürede önce yer edindiği butiklerin raflarından sonra da hafızalardan silinir.Yıllarca Türk markaları için yurtdışına açılmak imkansız dendi. Son yıllarda bunun aksini ispatlayan başarılı markalar var bunlardan biri de Rumisu. Yurtdışına açılmak çok mu zor? Yoksa herkesin dilediğini bulabildiği bu dijital dünyada cesaretli olmak işe yarıyor mu?Yurt dışına açılmanın elbette pek çok zorluğu var.  Bunu yapmak pazarlama anlamında ciddi bir yatırım, yönetim anlamında da inanılmaz bir disiplin gerektiriyor.  Yurt dışı satın almacılar hem kalite, hem de terminler konusunda çok katı ve titizler.  Ama bugünün küresel şartları içerisinde sadece lokal bir marka olarak kalmak pek akılcı değil.  Senin de sorarken işaret ettiğin üzere dijital dünya bizim gibi ufak markaların, gerek instagram gerek başka sosyal mecralar üzerinden dünyadaki tüm müşterilerine direk olarak sesini duyurabilmesini sağlıyor.   Nispeten yeni gelişen bu araçları ve avantajları bütün girişimcilerin kullanması gerektiğini düşünüyoruz.   Neden bunları reddederek kendimizi sınırlandıralım?  Derin bir nefes alıp, cesaretle dünya arenasına çıkmanın, uzun vadede var olmak için tek çıkar yol olduğuna inanıyoruz.

Rumisu’yu en çok seven yabancı müşteri hangi coğrafyada?

Şu an için Güney Kore ve Taiwan.  Bu ülkelerde özellikle ‘ipek’ ve ‘ipek fular’ kullanımına yönelik çok köklü bir gelenek var.  Genel olarak sevimli, çocuksu çizimlere karşı ilgi çok.  Ve fularlarımızla birlikte gelen 3D oyuncaklar (amigurumiler), bu kültürlerin el yapımı olan her şeye gösterdikleri saygıdan ötürü, onlara çok ilginç ve çekici geliyor.

Küçük markalarda, genelde büyük şirketlerde ekiplerin yürüttüğü şeyler, hep başa düşer. Konfor alanından çıkmak zorunda kaldığınız konular neler oldu? Böyle zamanlarda yılmadan devam etmek için sihirli bir formülünüz var mı?

Evet Rumisu’da da tasarımdan pazarlamaya, muhasebe/stok takipten, ütü, pakete uzanan çok çok uzun bir süreç var.  Ve oldukça uzun bir süre bu fonksiyonların gerektirdiği tüm bu şapkaları, ikimiz dönüşümlü olarak taktık.  Şu an ekibimiz bir tık daha genişlediği için iş bölümünde biraz daha rahatladık, ama yine de herkes gerektiğinde her şapkayı takıyor.  Rumisu-severlerden aldığımız tatlı sözler ve mesajlar da bizi yılmadan devam etmek ve motive etmek konusunda birebir.

Rumisu için sosyal sorumluluk hep önemli oldu. Sizi en çok etkileyen konular neler?

Evet sosyal sorumluluk hem çok önemli, hem de günün sonunda yaptığımız işin tatminini bizim için kat kat arttırıyor.  Seçtiğimiz konular bizim yakından ilgilendiğimiz alanlar.  Birincisi kadının ekonomik güçlendirilmesi ile ilgili.  Diğeri ise hayvan hakları.Kadının ekonomik olarak güçlendirilmesini, bir ülkenin kalkınmasının temel taşlarından olduğunu düşünüyoruz.  Kadınlar genel olarak ellerine geçen maddi imkânları ailelerinin temel ihtiyaçlarına çok daha akıllıca yatırım yaparak kullanıyorlar, özellikle de çocuklarının eğitimine yönlendiriyorlar.  Bu konuda yapılmış sayısız araştırma var. Bu yüzden fularlarımızla birlikte gelen 3D karakterlerin ve ürün kılıflarının üzerindeki el nakışı kuşlarımızın üretimini UNDP (Birleşmiş Milletler Kalkınma Fonu) tarafından yönetilen bir proje kapsamında Güney Doğu Anadolu’da yapiyoruz.  Nusaybin, İdil ve Kilis’te giderek genişleyen bir Rumisu ailesi var, ve bu yetenekli kadınlara iş imkanı sunabilmek bizim çok çok hoşumuza gidiyor.Çok ilgilendiğimiz bir diğer konu ise, iki hayvan-sever olarak, yurt içinde sokak hayvanları konusu ve yurt dışında yasa dışı fildişi ticaretine kurban giden fillerin durumu.  İki sene önce, Kenya Nairobi ‘deki DSWT adındaki fil yetimhanesindeki iki fil yavrusunu Rumisu olarak ‘evlat’ edindik. ‘Expedition Africa’ koleksiyonumuzdaki belli modellerin satışından elde edilen gelir ile onlarin süt ve diğer bakım masraflarına katkıda bulunuyoruz.

İkiniz de çok yaratıcısınız fakat aynı zamanda bir markayı büyütmek operasyonal konularda çok sıkı çalışma gerektiriyor. Herşeye yetişmek için enerjinizi nasıl yenilersiniz?

Eve, doğaya, ve de sanata kaçarak diyebiliriz. İkimiz de oldukça evcil insanlarız, evlerimizde kedi, köpeğimizi mıncıklayarak, elde bir şeyler biçip, dikip üreterek çok güzel kafa boşaltıyoruz.  Hafta sonlarında yeşilin içinde yürümek ya da bir su kenarında oturmak çok sakinleştirici oluyor. Su akar, deli bakar misali.... Bunun yanı sıra, sevdiğimiz müziklerin, filmlerin kitapların, görsellerin içinde kaybolmak da bize çok iyi geliyor.   İnternette sevdiğimiz görsel/sanat bloglarını gezerek hem eğleniyoruz ve besleniyoruz, hem de dinleniyoruz.Pınar: Ben Pazar günleri Feriköy pazarında aheste aheste gezip, saatlerce tezgah karıştırarak da başka bir dünyaya gidebiliyorum.  Ama en enerji yenileyen aktivitemiz ‘her şeye yetişmenin’ sadece bir mit ve gerçekdışı olduğunu hatırlamak da olabilir tabi ...  

“Man and technology” koleksiyonunuzda teknoloji yüzünden modern zombiye dönüşen bizleri eğlenceli bir şekilde anlattınız. “Onla da olmuyor, onsuz da” diyenlerden misiniz yoksa teknolojiye dur diyebilenlerden mi? Koleksiyonlarınızda teknolojiyi ne kadar kullanıyorsunuz? 

Teknolojiye dur demek ne mümkün... O yüzden elimizden geldiğince ayak uyduruyoruz, ve hayatimizi kolaylaştırmak için kullanıyoruz.  Ama teknoloji halen bize ‘doğal’ gelmiyor.   Netice itibari ile ilk ‘e-mail’ hesabını üniversite yıllarında edinmiş gruptanız... ağzında emzik, pusetinde akıllı telefonlarla oynayan jenerasyondan değil..O yüzden çizimlerimizi elde yapmayı tercih ediyoruz.  Bize bu şekilde yaptığımız desenler daha samimi ve organik geliyor.  Ama üretim aşamasında teknolojinin nimetlerinden son noktasına kadar yararlanıyoruz.  İstediğimiz ürün kalitesine ancak bu şekilde ulaşabiliyoruz.

Karakterlerinizi yaratma süreci ne kadar sürüyor? Bir amigurumi ne kadar sürede örülüyor?

3D karakterlerin ilk prototiplerini elde biz hazırlıyoruz.  Birinci örneğin örülmesi, karakterine göre 4 ile 8 saat kadar sürebiliyor.  Sonrasında üretim de elde yapılıyor tabi, ama ekibin eli alışınca, süre kısalabiliyor.  Ama ortalamada en kısa süreni 3 saat alıyor.

Dışardan almaya en çok ihtiyacınız olan profesyonel destek nedir? Ve sizce gelecekte ne olacak?

Şu ana kadar dışarıdan web tasarımı gibi konularda destek aldık. Ama ileride PR ve pazarlama konularında da destek almayı istiyoruz, özellikle daha az tanıdığımız yurt dışı pazarlarında.

Rumisu kullandıklarında müşterilerinizde harekete geçmesini istediğiniz duygu ne?

Müşterilerimizi Rumisu’larını kullanırken gülümsetebiliyorsak ne mutlu bize. Hikayelerini anlattığımız konular bazen ciddi bile olsalar, Rumisu’nun dilinin çocuksu, esprili ve eğlenceli olmasını ve insanları güldürebilmesini istiyoruz.  Zaten kendi karakterlerimiz ve doğamız gereği de ortaya çıkan desenler genellikle kendiliğinden bu şekilde ortaya çıkıyorlar.

İnsan kendi yarattığı güzelliklerin içinden seçim yapamaz elbet ama, sizin gönlünüzde taht kuran bir Rumisu var mı :)
Evet bu biraz zor bir soru oldu :)Pınar :    40. yaş günümde kendi kendime verdiğim bazı sözleri bana hatırlatması açısından Monster Selfie desenini aday gösterebilirim. Ama tabii hepsi benim çocuklarım, hepsi ayrı maceraları çağrıştırıyor, hepsine bakınca yüzümde bir gülümseme beliriyor.... 
  Deniz Yeğin İkiışıkDeniz 6 yıl New York'ta yaşamış. Bu süre içinde Pratt Institute'da moda eğitimi almış ve farklı tasarım markalarında tasarımcı olarak çalışmış. 2004'te İstanbul'a döndükten sonra genç tasarımcılar yarışmasına katılarak birinci olmuş ve kazandığı burs ile ileri seviye moda tasarım eğitimi almak için Floransa'da Polimoda'ya gitmiş. Rumisu'yu kurmadan önce butik triko markası Yegi Nim ve Beymen için tasarımlar yapmış.Pınar YeğinPınar Harvard'da ekonomi ve Wharton'da finans okuduktan sonra, Bain & Co'da danışman olarak çalışmış. 10 sene Amerika'da yaşadıktan sonra 2004'te Türkiye'ye dönerek aile işi olan iplik fabrikasında aktif görev almaya başlamış ve burada tasarım ve illüstrasyona olan tutkusunu keşfetmiş. 2011 yılında aile işindeki tüm sorumluluklarını devrederek Deniz ile birlikte Rumisu'da çalışmaya başlamış.Rumisu koleksiyonlarını incelemek için:www.istanbul.rumisu.com
Devamını Okuyun
blog, ezgi merdin yazıları Ezgi Merdin blog, ezgi merdin yazıları Ezgi Merdin

Markalara da Turist Gelir, Hatta Göçmenler de

Güçlü markalar herkesin aşina olduğu güçlü sembollerdir. Peki ya elde tutulan o Dolce&Gabbana torbasının içinde bambaşka şeyler varsa? Ya bu kişi Dolce&Gabbana mağazasına hiç uğramamışsa? Yine de bu markaya hizmet edebilir mi?

Güçlü markalar herkesin aşina olduğu güçlü sembollerdir. Örneğin Chanel’in ikonik logosu, alışverişte elde tutulan bir Dolce&Gabbana torbası insanların bu markalar üzerinden mesajlar vermesine olanak tanır. Peki ya elde tutulan o Dolce&Gabbana torbasının içinde bambaşka şeyler varsa? Ya bu kişi Dolce&Gabbana mağazasına hiç uğramamışsa? Yine de bu markaya hizmet edebilir mi?

Bu konuyla ilgilenen, (hatta kendisi de İtalyan olan) Harvard üniversitesi mezunu Silvia Bellezza, Marka Turizmi kavramını tanımlamış ve üzerinde çalışmıştır. Lüks ve ayrıcalıklı markalar öncelikle kendi vatandaşlarına sahip, yani kendi müşterilerine. Prada çanta alan müşteriler, Lomo satın alıp kullanan gençler bu markaların vatandaşları sayılabilir. Ancak bu markalar hem Marka Turistlerine hem de Marka Göçmenlerine sahiptir. Marka turistleri, bir markanın ana ürünleri dışında birşeylerine sahip olan kişiler, örneğin sadece dil kursuna gidip Harvard yazılı sweatshirt giyen kişiler. Örneğin cep telefonunda Lomo filtresi kullanıp #lomography tagi koyan kullanıcılar… Bu kullanıcılar asıl markalara zarar vermektense onları tanıtmakta ve markanın gücüne yaymaktalar. Ayrıca asıl müşterilerin gözünde bir tehdit de oluşturmuyorlar. Sonuçta turistler… 

Ancak Marka Göçmenİeri bu marka ile etkileşimleri sınırlı olduğu halde kendilerini bu marka topluluğuna ait görürler. Örneğin Harvard’dan sadece uzaktan eğitim yoluyla sertifika alan bir kişinin cv’sine Harvard yazması bir göçmen davranışı örneği olarak tanımlanmış. Ya da Prada yazılı tanıtım amaçlı bir anahtarlık kullanıp kendini Prada müşterisi olarak sergileyenler. Bilimsel çalışmalar bu grup kullanıcıların markaya zarar verdiğini ve markanın asıl müşterilerinin, yani vatandaşlarının bu gruba hiç sıcak yaklaşmadığını gösteriyor. 

Kore’de yaygın bir trend olan pahalı markaların alışveriş torbalarının pazarlarda 30$’a varan fiyatlara satılması** bu kavramları daha da gündeme taşımış. Normalde Prada / Marc Jacobs ürünler alamayan kadınların bu torbalardan alıp kullandıklarında asıl müşterilerin gururunun kırıldığı ve markanın prestijinin düştüğü ölçümlenmiş. Aynı trend uzun yıllar önce Bağdat Caddesi’nde gece tezgahlarında ünlü lüks marka torbalarının satılmasıyla baş göstermişti. Peki taklit ürün kullanımından çok daha farklı ve bazı koşullarda çok daha zararlı olabilecek bu olguyu kontrol etmek için lüks markalar neler yapıyor? Marka Göçmenlerinden ziyade kendilerine hayran ve zararsız olan Marka Turistlerine yatırım yapıyorlar. Heineken müzesi, Louis Vuitton müzesi, en ünlü üniversitelerin açtıkları Coursera çevrimiçi dersleri ve sertifikaları bu önlemlere bazı örnekler.

* Bellezza, S., & Keinan, A. (2014). Brand Tourists: How Non–Core Users Enhance the Brand Image by Eliciting Pride. Journal of Consumer Research,41(2), 397-417.

** Used Chanel Shopping Bags Selling For Up To 200 Yuan (US$31) On Taobao, https://jingdaily.com/chinese-luxury-shoppers-do-brisk-business-selling-paper-shopping-bags-online/

Devamını Okuyun
blog Eda Binark blog Eda Binark

Dünyada Söz Sahibi 15 Moda Şehri

Moda başkentleri New York, Londra, Paris ve Milano olsa da moda dünyasını etkileyen, yenilikler getiren ve umut vaadeden 15 şehrini tanımaya ne dersiniz?

 

Moda endüstrisi her geçen gün daha global olurken ve dünyanın dört bir yanında tasarımcılar çıkarken takip etmemiz gereken şehirleri sadece New York, Londra, Paris ve Milano'yla kısıtlamak yanlış olur. Tüm bu hızla değişen moda sektöründe bu 4 büyük şehrin yanı sıra tasarımcılarıyla, sokak kültürüyle hayat veren şehirleri sıraladık. 

Melbourne

 Melbourne’un gelişen, yaratıcı altyapısı şehri Avustralya’nın en önemli stil ve moda merkezlerinden yapıyor. Şehrin yerel markaları Avrupa ilhamlı bir estetik anlayışına sahipken bir çok yerel perakendecilerde de aklınıza gelebilecek her türlü marka Avustralya pazarına tanıtılıyor. Sneakerboy adlı markanın başlattığı teknolojiyle iç içe, stok sisteminin olmadığı bu inovatif iş modeli dünyaya Avustralya'dan yayıldı. Diğer bir Avustralya markası olan P.A.M. ise açtığı flagship mağazalarıyla ülkenin moda severleri tarafından kült bir isim oldu bile. Moda dışında Melbourne’un Aesop’u üst kalite cilt bakım ürünleriyle hem Avustralya pazarını domine ediyor, hem de diğer pazarlarda büyümeye devam ediyor. Avustralya’nın imajı çoğu kişi için belki plajlardan ibaret olsa da, Avustralya’dan- özellikle de Melbourne’dan önümüzdeki zamanlarda moda anlamında harika fikirler çıkacağını bekliyoruz. 

Mağazalar:

 Sneakerboy, Assin, P.A.M., Incu

Tasarımcılar/Markalar:

 P.A.M., Chronicles of Never, Kloke

 

Amsterdam

Hollanda kültürel olarak benzerlik gösterdiği ülkelerle çevrilmiş, küçücük bir ülke olsa da ülkenin başkenti Amsterdam street style anlamında tam tersi bir durum sergiliyor. Patta adlı efsanevi sneaker markasına ev sahipliği yapan Amsterdam aynı zamanda da Filling Pieces ve ETQ adlı başka sneaker markalarının da evi. Erkek giyim konusunda ise Daily Paper ve Olaf Hussein şehrin yükselmekte olan markalarından. Amsterdam aynı zamanda da Avrupa’da hızlı modanın yükselen kentlerinden- G-Star, Raw ve Scotch& Soda gibi markalar aşina olduğumuz Amsterdam çıkışlı isimler. Tüm bu yükselişte olan markaların yanı sıra Amsterdam Avrupa’da özgün street style konusunda güçlü şehirlerden. 

Mağazalar:

Patta, Sprmrkt, 290sqm, Four by Azzuro

Tasarımcılar/ Markalar:

Patta, Filling Pieces, ETQ, Olaf Hussein, Daily Paper

 

                                  Moskova

Rusya'nın başkenti Moskova, halen aklımızda soğuk kışlar ve komünizmle özdeşleşmiş olsa da şehirde farklı altkültürlere ve teknolojiye odaklı durmadan gelişen bir gençlik var bu da şehrin moda ekosistemini önemli ölçüde besliyor. Moskova için doğu ve batının birleştiği şehir de diyebiliriz; son zamanlarda şehirde müzik ve kaykay kültürü hiç olmadığı kadar zenginleşti. Tüm bunlar olurken de Gosha Rubchinskiy street style ilhamlı koleksiyonlarıyla uluslar arası platformlarda gittikçe adından daha fazla söz ettiriyor. Şehirdeki FOTT ve KM20 gibi lüks perakendecileri, lüks modayı seven kitleyi batılı estetik ve Rus değerleriyle birleştiriyor. Moskova şu anda moda şehirleri konusundaki önceliklerinizden olmayabilir ama şehrin yenilikçi ve sıradışı gençlik hareketleri ve tasarımcılarıyla göz atmanız gerekenlerden. 

Mağazalar:

Fott, Svmoscow, KM20, Kixbox, Brandshop

Tasarımcılar/Markalar:

Gosha Rubchinskiy, Grunge John Orchestra, Explosion, Sputnik 1985, August Institute. 

 

Vancouver

‘Made in Canada’- yani Kanada’da imal edildi damgası yıllardır kaliteyi simgelemiştir ve Vancouver şehri de yıllar boyunca Canuck markalarına ev sahipliği yapmıştır. Pasifik Okyanusu ve Kuzey Kıyısı Ormanları arasında çevrelenmiş Vancouver aslında bir çok markaya sahip. Reigning Champ, Arc’teryx, Herschel Supply Co. bunlardan yalnızca bazıları. Kanada, komşusu Amerika tarafından gölgelenmiş olsa da bu, onun yeni çıkış yapan tasarımcılar ve markalar çıkarmasına engel olamıyor. 

Mağazalar:

Haven, Roden Gray, Livestock, Neighbour, Stussy Vancouver

Tasarımcılar/Markalar:

Reigning Champ, Arc’teryx, Herschel Supply Co, Wings + Horns, Native Shoes, Viberg.

 

Berlin

Berlin’in stili uzun zamandır özgünlük ile iç içe geçmişti; Punk ile olduğu kadar şu anki gelişen minimalist estetik anlayışıyla da Berlin, Avrupa’nın street style anlamında en zengin şehirlerinden.  Mercedes-Benz Fashion Week Berlin’de Sadak, Simon Freund ve Hien Le gibi yükselen tasarımcılarla ve aynı zamanda da Bread&Butter moda fuarıyla da  şehir kendi tasarımcılarına global platformda yükselmesi için şans veriyor. Voo, The Store ve Andreas Murkidis gibi concept mağazalar ve 032c ve Highsnobiety gibi dergiler de şehrin yaratıcı ve genç kültürünü besliyor. Berlin son yıllarda Avrupa’daki diğer şehirlere göre ucuz kiraları, rahat hayat tarzı ve yaratıcı atmosferiyle de dünyanın pek çok yerinden genç yetenekleri kendine çekiyor. Görünüşe bakılırsa Almanya’nın başkentini ilerki günlerde modanın yeni başkentleri arasında duyacağız. 

Mağazalar:

Voo, Soto, Andreas Murkudis, Firmament, The Store, Civilist

Tasarımcılar/ Markalar:

Acronym, Mykita, Sadak, Hien Le, Simon Freund.

 

Antwerp

Belçika gibi böylesine ufak bir ülkede, modanın sınırlarını zorlayan Antwerp gibi bir şehrin çıkmasında büyük ölçüde şehrin ünlü okulu Royal Academy of Fine Arts Antwerp’in büyük rolü var. Martin Margiela, Dries Van Note, Ann Demeulemeester, Kriss Van Assche ve Dior’un geçmiş kreatif direktörü Raf Simons gibi isimleri mezun eden bu okulun, küçük Antwerp şehrine etkisi inanılmaz. Avant- garde tasarımcılarıyla ve lüks giyim concept mağazalarıyla Antwerp bizi şaşırtmaya devam ediyor. 

Mağazalar:

Ra, Graanmarkt 13, Houben, Renaissance, Coccodrillo. 

Markalar/Tasarımcılar:

Maison Margiela, Ann Demeulemeester, Raf Simons, Dries Van Note, Kris Van Assche, Walter Van Beirendonck, Dirk Van Saene, Dirk Bikkembergs, Marina Yee. 

 

Stockholm

Moda, İsveç’in tasarım anlayışının en belirleyici branşlarından. Acne Studios ve Our Legacy gibi markalar bu İskandinav tasarım anlayışının öncülerinden. Hem minimalist lüks markalar hem de H&M gibi hazır giyim markaları ile birleşen şehrin sıradışı butikleri İsveç’i, Avrupa’nın stil anlamındaki öncü ülkelerinden yapıyor. Stockholm, İsveç’in genç tasarımcılarının gelişip açılabilmesi için adeta bir kuluçka merkezi.

Mağazalar:

Sneakersnstuff, Caliroots, C-Store, Nitty Gritty. 

Markalar/Tasarımcılar:

Acne Studios, Our Legacy, Eytys, Stutterheim, Sandqvist, Triwa

 

Los Angeles

Moda, Amerika için her ne kadar New York olsa da yavaş yavaş batı kıyısına kaymaya başladı ve grafik tshirtler, flip floplar ve kot pantolonlar diyarı Los Angeles'da en güçlü adaylardan.  Dünyadaki pek çok tasarımcının gözünü diktiği Melekler Şehri şimdiden Rodarte, Buscemi ve Joyrich gibi markaların merkezi oldu bile. Hedi Slimane ve Chiara Ferragni’nin bile yaşadığı bu şehrin rahat havası pek çok tasarımcıya ilham veriyor. 

Mağazalar:

Union, Supreme, Maxfield, 424 On Fairfax, Flight Club, Wild Style, H. Lorenzo, Garbstore Case Study, Jason Markk, RTH, Undefeated, Mohawk General Store, Opening Ceremony. 

Markalar/Tasarımcılar:

Joyrich, Fear of God, Undefeated, Odd Future, The Hundreds, Buscemi, Fuct, Stampd, Second/Layer, Chrome Hearts, Jogn Elliott+ Co, Apolis, Killspencer, The Elder Statesman, Diamond Supply Co., Huf. 

 

Kopenhag

Moda şehirlerinin histerik trendlerinden ve lüks anlayışından uzakta, İskandinavyalı tasarımcıların  merkezlerinden  Kopenhag’da özellikle giyilebilir erkek giyimini ülkenin kültürel yapısı ve zevkli tasarım anlayışıyla birleştiren tasarımcılar mevcut. Yerel markaları Norse Projects, Wood Wood, Han Kjobenhavn ve Soulland ile Ciff fuarı birleşince Danimarka başkenti moda için ümit vaadededn şehirlerden biri konumuna geçiyor. Kopenhag, Paris , Londra ve New York gibi star statüsüne sahip olmayabilir fakat minimalistik tasarım anlayışıyla hepimizin gardrobuna birer parça eklemek istediği tasarımcılara  evsahipliği yapıyor. Kopenhag, modanın trendlerinden uzak, minimalistik, ergonomik bir İskandinav tasarım anlayışı sergiliyor. 

Mağazalar:

Norse Store, Storm, Naked, Streetmachine, Wood Wood, Le Fix

Tasarımcılar/Markalar:

Norse Projects, Soulland, Han Kjobenhavn, Wood Wood, Rains, Rascals, Elka Regntoj, Henrik Vibskov, Libertine Libertine, Mismo, Brand8, Won Hundred, Tonsure. 

 

Milano

Milano şehri kalite ve Gucci, Prada, Versace, Missoni, Fendi, Moschino gibi lüks moda evleriyle özdeşleşmiş bir isim. Bu harika markalar modaya ve trendlere yön vermeye devam ederken hala yeni tasarımcıları ve markaları etkilemeye devam ediyor. Tasarımcılarıyla olduğu kadar şehrin ikonları da Milano’yu moda sahnesinin ön planına atıyor. Milano’nun lüks dünyasındaki yeri tartışılamazken, şehir özelikle de erkek pazarında gittikçe artan spor ve casual giyim akımında yerini kaybetme durumu yaşayacak mı diye kafamızda soru işaretleri var. 

Mağazalar:

Antonioli, 10 Corso Como, Excelsior, Antonia, Stone Island, Slam Jam, One Block Down 

Tasarımcılar/Markalar:

Gucci, Fendi, Prada, Moschino, Versace, Moncler, Bottega Veneta, Missoni, Marni, Marcelo Burlon County of Milan, Retrosuperfuture. 

 

Seoul

Güney Kore, Japonya ve Çin’in gölgesi altında kalmış bir ülke gibi gözükse de, bu onun ilham veren ve gittikçe gelişen bir moda ekosistemi yaratmasının önüne geçemedi. Seoul, şu sıralarda Juun, J.D. Gnak ve Wooyoungmi gibi önemli lüks üretimleri yapıp ihracat yapmaya başladı. Batının moda anlıyışını kendi doğu kültürlerine göre yorumlayan Seoul’da Pitti Uomo’yla rekabete başlayan fuarlar ve dinamik bir moda kültürü var. En sıra dışı kıyafetler bile Kore’li ünlüler tarafından Tv’lerde giyilip, tanıtımı yapılmaya başlanınca, Seoul sokak kültürü de filmler, ünlüler ve şehirdeki altkültürlerin etkisiyle kendine özgü bir halde gelişiyor. Seoul moda haftası henüz 12 yıldır gerçekleşse de, şehir dikkatinizi vermeniz gereken şehirlerin başında geliyor. 

Mağazalar:

10 Corso Como Seoul, Kasina, Beaker, Boon the Shop, Rare Market, Manhattans.

Markalar/Tasarımcılar:

Juuun, J.D. Gnak by Kang. D., Liful, Wooyoungmi, IISE. 

 

Londra

İngiltere’nin dünyaya kültürel etkisi her zaman ülke olarak kapladığı yüzölçümünün çok üstünde olmuştur ve ülkenin moda endüstrisi de bundan en çok etkilenen sektörler arasında. J.W. Anderson, Craig Green ve Nasir Mazhar gibi Londra’lılar global moda dünyasını kültür, ırk ve cinsiyet konularındaki görüşleriyle işgal etmiş durumda. Street style’a baktığımızda ise şehrin gençleri vintage parçalar, sneakerlar ve spor giyim öğeleriyle birleşen kendine özgü stilleriyle İngiliz sokak modasını dünyaya duyuruyorlar. Londra’nın belki hala Paris ve New York gibi şehirlerin önüne geçmesi için vakti var ama her yıl düzenli gerçekleşen London Collections Men ile hem yeni, genç tasarımcıların önü açılıyor hem de sıradışı Londra sokak modasıyla şehri dünyadaki erkek modasının en ilgi çekici yerlerinden biri haline geliyor. 

Mağazalar:

Goodhood, Dover Street Market, Palace Skateboards, LN-CC, Selfridges, Harrods, Liberty, Supreme, Maharishi, Garbstore, Slam City, Present, Hostem, 1948 NikeLab, Machine-A, Foot Patrol, Stone Island.

Markalar/Tasarımcılar:

Nasir Mazhal, J.W. Anderson, Craig Green, Astrid Andersen, Cottweiler, Palace Skateboards, Grind, Copson, Alexander McQueen, Burberry, Belstaff, Fred Perry, Lee Roach. 

 

Tokyo

Japonya’nın kendine özgü kültürü, Tokyo’yu dünyanın hem en sıra dışı hem de en büyüleyici şehirlerinden biri yapıyor. Böyle olunca da şehrin kendi moda ekosistemini oluşturup, markalar çıkarmaması neredeyse imkansıza yakındı. Bape, Wtaps, Neighbourhood gibi markalar globalde kendi egzantrik sokak giyim temalarını sunuyorken Comme des Garçons da günümüzün en avant-garde parçalarını yaratıyor. Pool, United Arrows ve Dover Street Market Ginza gibi perakendeciler sıradışı deneyimler yaratarak hem Japon hem de uluslararası tasarımcılara ilham veriyor. İlk bakışta fark etmesi zor olsa da Tokyo modanın en sıradışı ve ilginç şehirlerinden.

Mağazalar:

Dover Street Market Ginza, United Arrows, The Pool Aoyama, Supreme, Kinetics, Atmos, F.I.L, GIP-STORE, BEAMS, GYRE, BAPE.

Markalar/Tasarımcılar:

Comme des Garçons, Neighbourhood, Wtaps, Fragment Design, Visvim, Undercover, The North Face Purple Label, Nanamica, Hender Scheme, Bape, C.E., Bedwin & The Hearthbreakers, Ambush, Christian Dada, Samurai Jeans, Porter, Sophnet., Uniform Experiment, Yohji Yamamoto, Junya Watanabe, Julius.

 

Paris

Paris’in yüksek modadaki mirasının yeri moda dünyasında tartışılamaz ve şehrin moda haftası en prestijli etkinliklerden. Şehrin efsanevi tasarımcıları Louis Vuitton, Dior, Givenchy, Saint Laurent, Hermes, Balenciaga ve Balmain. Raf Simons, Rick Owens ve Junya Watanabe gibi bazı avant-garde tasarımcılar da Parisli olmamalarına rağmen koleksiyonlarını burda sergilemeyi tercih edenlerden. Bütün bu ışıltı ve görkemin ötesinde yeni doğan Ami, Etudes ve Maison Kitsune gibi markalar ise inovatif dokunuslarla Parizyen modasını geliştirmeye devam ediyorlar. Gerçekleşen bir sürü moda showları ve fuarların da Paris’e etkisi büyük. Pigalle hariç, Paris yerel streetwear markalarının eksikliğini çekiyor olsa da yüksek/alt trendler hiç bir şekilde yavaşlama sinyalleri göstermeyerek bu lüks moda evlerini ve Paris'i ilham kaynağına çevirmeye devam ediyor. 

Mağazalar:

Colette, Pigalle, Starcow, Le Bon Marche, Printemps, L’eclaireur, Centre Commercial, French Trotters, The Broken Arm, Merci.

Markalar/Tasarımcılar:

Maison Margiela, Rick Owens, Louis Vuitton, Dior, Etudes, Maison Kitsune, Ami, A.P.C., Pigalle, Givenchy, Hermes, Lanvin, Balenciaga, Balmain, Saint Laurent, Kenzo, Larose. 

 

New York

Bu listeyi kapatan şehrin hip-hop, graffiti kültürü ve sokak giyimini doğuran  New York olması hiç de şaşırtıcı değil. New York dünyadaki bütün şehirlerden daha çok streetwear markası çıkarmıştır; Supreme ve Alife gibi klasiklerin yanı sıra Alexander Wang, Opening Ceremony ve Public School gibi modern vizyonerler de şehrin canlılığını ayakta tutuyor. New York moda başkentleri listesine sokan sadece markalar değil; şehrin bu güne kadar sayısı estetik, altkültür ve akıma evsahipliği yapması. New York moda haftası tüm moda dünyasının en önemli etkinlikleri arasında ve erkek giyimin daha casual bir hale dönüşmesi yani değişimi tamamen New York çıkışlıdır. 

Mağazalar:

Dover Street Market NY, Supreme, Kith, Gentry, Vfiles, Opening Ceremony, NikeLab 21M, Alife Rivington Club, Flight Club, Atmos, Barneys New York, DQM, Flight 23, Nepenthes, Reed Space, Oak, Bergdof Goodman, Saks Fifth Avenue, Kinfolk.

Markalar/ Tasarımcılar:

Supreme, Kith, Alexander Wang, Public School, Thom Browne, Alife, Icny, Staple, 10. Deep, Mishka, Proper Gang, Rag& Bone, Hood by Air, Aime Leon Dore, Engineered Garments, Ssur, 3.1 Philip Lim. 

* Bu yazı bir çeviridir. Orjinali için tıklayınız. 

Devamını Okuyun